Bugün burada, Cenevre’de, Birleşmiş Milletler Evrensel Periyodik İnceleme Mekanizması (UPR) 3. Döngü kapsamında yapılmakta olan Türkiye değerlendirmesi vesilesiyle bir araya gelmiş bulunmaktayız.
UPR’nin nihai amacı her ülkede insan hakları durumunu geliştirmek ve tüm dünyada insanları etkileyecek önemli sonuçlar almaktır. UPR, insan haklarını yerinde harekete geçirmek, desteklemek, geliştirilmesini ve korunmasını yaygınlaştırmak üzere tasarlanmıştır. Bunu başarabilmek için UPR, devletlerin insan hakları sicilini değerlendirir ve insan hakları ihlallerini ele alır.
UPR Mekanizmasının önemli bir ayırt edici özelliği, Sivil Toplum Kuruluşların da inceleme sürecinde tespit ettikleri insan hakları ihlallerini, yine BM tarafından belirlenen usuller doğrultusunda İnsan Hakları Konseyine sunabilme fırsatıdır. Bu çerçevede, 2006’da hayata geçirilen UPR mekanizma kapsamda Türkiye’nin 2010 yılındaki UPR sürecinde 24 ve 2015 yılında ise 27 STK Paydaş Raporu sunmuştur.
Ne yazık ki her UPR İnceleme döngüsünde insan hakları alanındaki SİCİLİ daha da bozulan TÜRKİYE, 2020 UPR’sinde de bu utanç verici ezberi bozamamış, bilakis T.C. Anayasasında da yer alan Kişi Hakları, Sosyal ve Ekonomik Haklar ile Siyasi Haklar başlığı altındaki her maddede gerilemem kaydetmiştir.
Bu nedenledir ki, İNSAN HAKLARI KARNESİ veya SİCİLİ olarak da adlandırabileceğimiz bu mekanizmada, STK kuruluşlarınca 2020 Türkiye UPR’sine 98 adet STK Raporu sunulmuştur. Bu raporların 60’ı HRD, IAHRA, SCF, OTHERS ve AST gibi STK`lar tarafından hazırlanmış ve tevdi edilmiştir.
Diğer taraftan, Türkiye’deki Erdoğan Hükümetince hazırlanan karsi Rapor, Türkiye’deki gerçekleri yansıtmaktan uzak, AKP ve bu hükümetin diskurundan çıkamayanların fantezileri ile dolu bir rapor olarak BM sistemine dahil olmuştur. Örnek vermek gerekirse, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 157’nci sırada bulunan Türkiye, özellikle yüzlerce gazetecinin cezaevinde olmasıyla uluslararası alanda eleştirilirken, BM`ye sunduğu raporda “Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü alanında uluslararası standartlardan faydalanan aktif ve çoğulcu bir medya topluluğu bulunmaktadır” gibi hayali ifadelere yer verilmektedir.
Türkiyede “Gülen Hareketi mensuplarına, siyasi muhalifler ile Kürtlere karşı SİSTEMETİK İŞKENCE YAPILMAKTADIR.” Bu durum onlarca uluslararası rapora da yansımıştır. İnsanlık onuru ile bağdaşmayan “İŞKENCE” Türkiyede rutin bir uygulamaya dönüşmüştür. Sadece 2019 yılında 2.634 işkence vakası tespit edilmiştir.
Hayatında hiçbir suça bulaşmamış 11.000 kadın hukuksuz bir şekilde hapishanelerde çürümektedir. 780 bebek kanunlar gereği annesi ile birlikte serbest bırakılması gerekirken, uygun olmayan hapishane şartlarında büyümektedir.
130.000’e yakın Devlet Memuru ve 100.000’i aşkın Emekçi/İşçi KHK mağduru, banka ve sigorta islemleri, emeklilik ve sosyal güvence islemleri de olmak üzere günlük hayatlarıyla ilgili neredeyse hiçbir işlemi gerçekleştirememekte, ve sivil bir ölüme mahkum edilmektedir.
Mevcut hakim ve savcıların yaklaşık üçte birini oluşturan 4000’den Hakim ve Savcı 15 Temmuz öncesi hazırlanan listeler sonucunda meslekten atılmış, tamamına yakını hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştır. Ayrıca, halihazırda 605 Avukat Türkiye’de tutuklu bulunmaktadır. Görevdeki hakimler Erdoğan ve Rejiminin istediklerini yapmazsa meslekten atılma ve hapse gönderilme tehdidi altında çalışmaktadır. AİHM ve BM kararları uygulanmamaktadır. Anayasa Mahkemesi Kararları yerel mahkemelerce uygulanmamaktadır.
Tüm temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan “adil yargılanma hakkı” ortadan kalktığı için Türkiye’de hiçbir temel hakkın güvencesi bulunmamakta ve iç hukuk yolları yok hükmündedir.
Bugün Türkiye’deki baskıcı rejim tarafından üretilen nefret, ayrımcılık ve işkence suçlarına karşı; tek umut, ”hukukun varlığı”dır. Ancak, “Erdoğan Rejimi” son yıllarda daha da artan keyfilikle, kendi hukukunu uygulamaya ısrar etmektedir. “Erdoğan Rejiminin politikaları”, taraf olduğu anlaşmalarla “uluslararası hukuk kurallarına bağlı olan, ”Türkiye Cumhuriyeti”’ni Hukuktan ve Demokratik değerlerden tamamen koparmaktadır.
Bugün burada “Erdoğan Rejimini ve işbirlikçilerini”, insan hakları ihlalleri yapan tüm şahısları, huzurunuzda kınıyor; “üstünün hukukuna” değil “hukukun üstünlüğüne” saygı duymalarını talep ediyoruz.
Yargının tarafsızlığının yeniden tesis edilmesini, hakimler ve savcılar üzerindeki Saray baskısının kaldırılmasını ve insan haklarını koruyan yasalar çıkarılmasını bekliyoruz.
Türk Ceza Kanunu’nun, Terörle Mücadele Kanunu’nun ve ilgili diğer tüm kanunların ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlükleriyle, bilgiye erişim hakkının kısıtlanması için kullanılan tüm maddelerin, bu kanunların uluslararası insan hakları standartları ile uyumlaştırılması amacı gözetilerek, gözden geçirilmesini talep ediyoruz.
Diğer taraftan, basta BM olmak üzere, Avrupa Konseyi ve AİHM gibi Uluslararası Kurumların dikkatini, Türkiye’deki insan hakkı ihlallerine çekiyor ve onları Türkiye’deki uygulanan hukuksuzluklara karşı sessiz kalmamaları yönünde çağrıda bulunuyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.