Basın Açıklaması
Okumaya devam et1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü
AZ İŞKENCE YOKTUR
İŞKENCE NEDİR ?
RAPOR: KHK’LILARA YER YOK
KHK kurbanlarının hayatları, olağanüstü halin sona ermesinden yıllar sonra hala darmadağın ve kurbanlar bir tür sivil ölüm cezasına mahkum edilmiş durumdalar. Bahadır Odabaşı’nın intiharı bu sivil ölüm cezasının sadece KHK’lıları değil tüm ailesini etkilediğinin en son ve en acı delillerinden birisi oldu.
Türkiye’de OHAL KHK’ları ile ihraç edilen kamu görevlileri ve yakınları tüm resmi ve yarı resmi kurumların veri tabanlarında 36/OHAL/KHK ya da yasaklı TC Kimlik numarası koduyla kara listeye alınmış durumdalar ve hayatın her alanında ayrımcılığa uğramaktalar. Çeşitli kamu kurumları tarafından yayınlanan yönetmelik, genelge ve talimatlar kara listedeki kişilerin onlarca kamu hizmeti, hak ve teşvikten dışlanmasını emretmektedir.Tutuklu Avukatlar İnisiyatifi ve Human Rights Defenders e.V tarafından hazırlanan KHK’LILARA YER YOK adlı yeni bir rapor, OHAL KHK’ları ile ihraç edilen kamu görevlilerini çalışma, eğitim, sağlık hizmetlerinden ve sosyal yardımlardan yararlanma gibi en temel haklardan mahrum bırakan en az 30 tür ayrımcı uygulamayı belgeledi
Bu ayrımcı uygulamalar engelli bakım yardımı ve diğer maluliyet ödeneklerinden yararlanma, evlat edinme, vergide eşitlik, iş yeri açma, meslek edindirme kurslarına katılma, başarı bursu alma, akademik yayın yapma da dahil olmak üzere sosyal ve ekonomik hayatlarının tüm yönlerini etkilemektedir.
OHAL KHK’ları ile ihraç edilen kamu görevlileri istihdam kursları gibi kamu programlarına kabul edilmemekte ve böylelikle yeni bir meslek edinmeleri engellenmektedir. Bu kişilerin okul servisi sürücülüğü gibi en temel işlerde çalışması dahi yasaklamaktadır.
Bu kişiler deprem yardımı ve Covid-19 ekonomik yardımı paketlerinden de faydalanamamaktadır.
Rapor, bu süresiz ikincil yaptırımların AİHS’nin 7. maddesi kapsamında bir ceza oluşturduğunu tespit ediyor. Rapora göre Türkiye’nin ad hominem ihraç kararnameleri, (i) ihraçların sonuçlarının kapsamı, ciddiyeti ve kalıcı statüsü; (ii) ihraçların, hükümlü olmaktan daha ağır sonuçlar doğurması (iii) ihraçların AKPM’nin 1096 sayılı Kararı ve Ayıklama Kılavuz İlkeleri ile uyumlu olmaması; ve (iv) AİHS’nin 7 § 1 maddesi anlamında cezanın tanımına ilişkin AİHM içtihatları ışığında geçici bir önlemden ziyade bir ceza olarak nitelendirilebilir:
OHAL KARARNAMELERİNDEN KAYNAKLANAN MAHRUMİYETLER
- Tasfiye Edilen Memurlar, İş ve İşçi Bulma Kurumu ile Sosyal Güvenlik Kurumlarının Veri Tabanlarında 36/OHAL/KHK Koduyla Kara Listeye Alındı
- Tasfiye Edilen Memurlar Koruyucu Aile Olamaz
- Tasfiye edilen memurlar belediye başkanı, belediye meclisi üyesi veya muhtar olamaz
- Tasfiye edilen memurlar avukat olamaz
- Tasfiye edilen memurlar muhasebeci olamaz
- Tasfiye edilen memurlar, yapı denetimi şirketlerinde mimar, mühendis, laboratuvar çalışanı veya teknisyen olarak çalışamazlar
- Tasfiye edilen memurlar meslek kurslarına katılamazlar
- Tasfiye edilen memurlar özel eğitim kurumlarında çalışamazlar
- Tasfiye edilen memurlar denizci olarak çalışamaz
- Tasfiye edilen memurlar, işyeri hekimi veya iş güvenliği uzmanı olarak çalışamazlar
- Tasfiye edilen memurların işletmeleri yönetmek için gereken lisansları kabul edilmemiştir
- Veteriner hekim olarak çalışan tasfiye edilmiş memurlar, suni tohumlama sertifikasına sahip olamazlar ve tarımsal destekleme programlarında mesleki görevlerini yerine getiremezler.
- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü veri tabanında (TAKBİS), KHK ile ihraç edilenlerden oluşan şüpheli kişilerin listesi yer almaktadır. Bu listede yer alanlar, gayrimenkul işlemlerine taraf (alıcı veya satıcı) veya şahit olarak katılamazlar.
- Adalet Bakanlığı’nın talimatı üzerine Türkiye Noterler Birliği, KHK ile ihraç edilen şüpheli kişilerin listesini çıkarmis olup bu listede yer alan kişilerin noterde vekalet vermek dışında herhangi bir işlem yapmalari mümkün değildir. Bu da araçlarını satmaktan inşaat sözleşmeleri imzalamaya kadar yüzlerce yasal işlemi yapamayacakları anlamına gelmektedir.
- Sosyal Yardım Programı (SOYBİS) veri tabanında KHK ile ihraç edilenlerin listesi yer almaktadir. KHK ile ihraç edilenlerin birinci dereceden yakınları (ebeveynleri, oğulları, kızları, damatları ve gelinleri gibi) sosyal bakım sandıklarından yararlanamamaktadırlar.
- KHK ile ihraç edilenler ile eşleri ve çocukları, dar gelirlilere yönelik Genel Sağlık Sigortası’ndan ve özürlülere sağlanan sosyal haklardan yararlanamamaktadırlar.
- Görevlerinden ihraç edilen kamu görevlilerinin pasaport ve seyahat belgesine sahip olmaları mümkün değildir.
- İhraç edilen kamu görevlileri banka hesabı açmaları mümkün değildir ve mali işlem ve prosedürlerde ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
- Görevlerinden ihraç edilen kamu görevlileri, sigorta hizmetleri konusunda ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
- Görevlerinden ihraç edilen kamu görevlileri, iş geliştirme ve teşvik kredileri konusunda ayrımcılığa uğramaktadır.
- Görevlerinden ihraç edilen kamu görevlileri, zorunlu askerlik hizmetleriyle ilgili olarak ayrımcılığa uğramaktadırlar.
- Tasfiye edilen akademisyenler, akademik yayıncılıkta ayrımcılığa uğramaktadırlar.
- İhraç edilen kamu görevlileri doçentlik sınavlarına giremezler.
- İhraç edilen kamu görevlileri bilim destek bursu alamamaktadırlar.
- İhraç edilen kamu görevlileri ve aileleri, üniversiteye giriş ve öğrenim ücretleri konusunda ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
- İhraç edilen kamu görevlilerinin okul otobüsü şoförü olmaları da mümkün değildir.
- İhraç edilen kamu görevlileri vergilendirmede ayrımcılığa uğramaktadırlar.
- İhraç edilen doktorlar (M.D.) tıpta uzmanlık gerektiren programlara kabul edilmemektedirler.
- İhraç edilen kamu görevlileri, COVID-19 ekonomik yardımlarıyla ilgili olarak ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
- İhraç edilen kamu görevlileri, doğal afet yardımı konusunda ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
Professor Helen Duffy (@HelenDuffy_HRP), Leiden Üniversitesi Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Profesörü, Human Rights in Practice Direktörü
Net bir yasal çerçeve, uygun kanuni usuller ve bağımsız mahkemeler önünde etkili hukuk yolları olmaksızın uygulandığı ve etkilerinin olağanüstü halin ötesine geçerek yeni normal haline geldiği durumlarda, belirsiz ve geniş kapsamlı ‘acil durum’ önlemleri hukukun üstünlügü ile yönetilen bir toplumun devami için ölüm habercisi gibidir. Türkiye’de kamu sektörü çalışanlarının, insan hakları savunucularının ve diğerlerinin tasfiyesinin sonuçları, doğrudan etkilenenlerin ve ailelerinin tüm ekonomik, sosyal, medeni ve siyasi hakları, ve de demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından çok derindir.
Avukat Profesör Kerem Altıparmak, İnsan Hakları Hukuku Profesörü, (https://twitter.com/KeremALTIPARMAK)
Her ne kadar KHK’ler iç hukuk açısından bir ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet verilmesi anlamına gelmese de sonuçları itibariyle bazı açılardan hapis cezası almış ve cezasını çekmiş insanların durumundan bile daha ağır sonuçlar doğurmaktadır. Bu, KHK’lı olmanın kınanırlık açısından ve cezanın niteliği açısından ceza hukukuna göre cezalandırmaya benzer sonuçları olduğunu ortaya koymaktadır. Ne var ki bu sonuca ulaşırken adil bir yargılama yapılıp, insanlara savunma hakkı da verilmiş değildir. Ben KHK’ler ilk çıktığından beri, KHK ile listelemenin AİHS’in 6. maddesinin özerk anlamıyla bir ceza olduğunu düşünüyorum ve kimsenin adil bir yargılama yapılmaksızın bu şekilde cezalandırılmasının mümkün olmadığı kanaatindeyim.
Profesör Ümit Cizre, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler profesörü, (https://twitter.com/umitcizre)
Açık yasaklamalar, mahrumiyetler ve ayrımcılıklarla karşı karşıya bırakılıp gerçek anlamda sivil ölüme terkedilmiş KHK kurbanlarının hayatta kalma mücadelesine ses ve destek verelim. Bu değerli kardeşlerimiz aileleri ile birlikte yıllardır yürek burkan ve en apolitik kişiyi bile derinden sarsması gereken bir yaşama savaşı içindeler. Onların bugüne kadar kaybettiklerini geri vermek mümkün değil. Sonuçta, yapılması gerekenler son derece normal, doğal ve minimum: haklarının iadesi yönünde bireyler ve toplum olarak “bana necilik” değil duyarlılık göstermek; siyasetçi/ siyasi partiler olarak kararlı müdahale ve baskıyı sürdürmek.
İnsan hakları savunucusu Avukat Salih Akıncı: Gözaltı süresi 24 saati geçemez. Ancak toplu dosyalarda bu süre savcı kararı ile 3 güne kadar uzatılabilir. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden mahrum bırakılamaz.
Aralık 2020 – Ocak 2021 Newsletter
Çok kıymetli HRD Gönüllüleri,
Covid-19 salgını tüm dünyada devletlerin sert ve katı önlemlerine sahne oldu. Esasında Covid-19 salgını, bizler için bir insan hakları krizidir. Gelişmiş ülkeler dahi salgını önlemek adına aldıkları bazı kararlarda ölçülülük ilkesine aykırı hareket etmiştir.
Otoriter rejimler ise salgını fırsat bilerek, özgürlüklerin ve temel hakların altını oymaya devam ediyor. Önlemler keyfi olarak alınmakta ve yasadışı uygulanmaktadır. Öte yandan, salgından özellikle etkilenen hasta, yaşlı, tutuklular ve düşük gelirli gruplar korunamamaktadır.
Gözlemlediğimiz bir diğer olgu da Türkiye’deki gibi otoriter rejimlerin, salgın bahanesiyle gazeteci, insan hakları savunucuları veya en basit şekilde hakkını arayan herkes üzerindeki baskıyı daha da artırdığıdır.
Temmuz 2016 sonrasında artan ve özellikle Gülen hareketini hedef alan kitlesel gözaltıları Aralık 2020 (872 kişi) ve Ocak 2021 (1238 kişi) döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde, toplam 2110 kişi keyfi olarak gözaltına alınmıştır (https://tr.solidaritywithothers.com/mass-detentions) .
Öte yandan, Türkiye’nin karanlık dönemlerine ait bir uygulama olan zorla kaybedilme vakaları bu dönemde de devam etmiştir. 29 Aralık 2020 tarihinden bu yana Başbakanlık eski Raportörü olan Hüseyin Galip Küçüközyigit’ten haber alınamıyor. 20 Ocak 2021 tarihinde kaçırılan ve 6 gün sonra serbest bırakılan Gökhan Güneş ise bu altı günde yaşadıklarını bir basın toplantısında anlatmış ve Rejimin kendi vatandaşının hayatını nasıl hiçe saydığını açıklamıştır.
Hükümetin diğer bir önemli hak ihlali ise toplanma ve gösteri hakkı bağlamında yaşanmaya devam etmektedir. 1 Ocak 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararnamesiyle atanan Rektörü protesto eden Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, polisin şiddetli müdahalesiyle karşılaşmış ve yüzlercesi keyfi olarak tutuklanmıştır. Hükümetin yaşanan gerginliklerden, Üniversite öğrencileri ve toplumun belli bir kesimini sorumlu tutması ve hedef göstermesi esasında AKP’nin bildiğimiz,
gerginlik yaratma, güç kullanarak susturma ve bunu yaparken de milli ve manevi duyguları istismar etme taktiğinin 2021 yılındaki ilk örneğidir.
Değerli gönüllümüz,
Aylık olarak Türkçe, İngilizce ve Mart 2021 itibariyle Almanca olarak çıkaracağımız Bültenlerimizde, HRD olarak yaptığımız belli başlı faaliyetlere ve hiç kuşkusuz Türkiye’deki insan hakları ihlalleri yer alacak. Amacımız bunların bir şekilde kayıt altına alınması, bir bilinç ve farkındalık oluşturulması. Çeşitli ülkelerde meydana gelen insan hakları ihlallerine de kayıtsız kalmak doğru olmayacaktır.
Bültenimiz ile ilgili görüş ve önerilerinizi bizlere iletmenizi istiyor ayrıca, önümüzdeki sayılarda sizlerin de desteği ile daha kapsamlı bültenler hazırlamayı ümit ediyoruz.
Aşağıdaki linkten Bültenimize ulaşabilirsiniz.
HAND in HAND Engelli Hakları Platformu – Dünya Engelli Hakları Günü
İşkence ve kötü muamele suçları cezasız kalmaz
Av. Fikret Duran
Türkiye’de işkence iddiaları hep gündemde olmuştur. Askeri darbelerden sonra cunta yönetimi uygulamaları ve 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşen işkenceler hala hafızalarda tazeliğini koruyor. O günler geride kaldı derken, Türkiye’nin son 5 yılı işkence iddialarının yeniden zirve yaptığı bir dönem oldu.
İktidar, 15 Temmuz darbe girişimini otoriter bir rejim kurmak için fırsata dönüştürdü. OHAL ilan etti, ardından hak ve özgürlükleri askıya alan KHK’lar çıkarmaya başladı. Daha ileri giderek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini askıya aldığını açıkladı. Bir milyona yakın kişiyi hedef alan terör soruşturmalarında suçun varlığı Anayasa ve Ceza Kanunu’nda yazıldığı gibi delillerle değil, parti teşkilatlarınca yapılan fişlemeler ve isimsiz ihbarlarla belirlenmekteydi.
Hukuktan boşalan yeri, işkence ve kötü muameleler doldurdu. Ülkenin kirli geçmişi, iktidarın bedeninde kendine yeniden yaşam alanı buldu. Olağanüstü Hal 19 Temmuz 2018 Tarihinde son bulsa da OHAL’den kalan yargılama pratiği artık fiili bir hal aldı.
Çok sayıda işkence mağdurunun anlatımlarında Ankara Emniyet Müdürlüğü spor salonu kesişme noktalarından biri. Mağdurların gözaltı tarihleri, yaşları, meslekleri, cinsiyetleri değişse de anlattıkları değişmiyor; Filistin askısı, dayak, tecavüz, tehdit, aç susuz bırakma ve daha bir sürü insanlık dışı suç. Mağdurlar, duvarların insan boyunca kana bulandığını ifade ediyorlar. Ankara’da yoğun işkencenin uygulandığı 4 farklı adres daha bulunuyor.
Özellikle 15 Temmuz sonrasında işkence suçlarının sistematik olarak işlendiği hem Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi hem de BM İşkenceyi Önleme İnsan Hakları Komiserliği’nin raporlarına yansımış durumda. Ulusal düzeyde ve uluslararası alanda faaliyet yürüten insan hakkı örgütleri ve baroların da bu doğrultuda raporları bulunmakta. Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi’nin 5 Ağustos 2020 tarihli son Türkiye raporunda işkence türleri anlatılarak amir konumunda bulunan devlet görevlilerinin işkenceye onay verdiği, daha vahimi astlarına işkence talimatları verdiği de anlatılıyor. Bu durum, işkencenin devlet politikası olarak yapıldığını gösteriyor.
Hükumet yetkilileri işkenceyi önlemek ve faillerini cezalandırmak yerine iki yüzlü bir tavır sergi
yor; Bir taraftan “işkenceye sıfır tolerans” söylemini slogan haline getirirken diğer taraftan işkenceyi alttan alta teşvik ediyor. Bu güne kadar kamu görevlilerince işlenen işkence ve kötü muamele suçları hakkında etkili bir soruşturma yürütülmedi.
Hükumet, işkence ve kötü muamele iddialarını içi boş sloganlarla inkâr etse de, özellikle kolluk kuvvetlerince gerçekleştirilen işkence ve kötü muamelenin gerçek boyutlarını Adalet Bakanlığı’nca açıklanan resmî verilerin satır aralarında okumak mümkün. Bakanlık tarafından 2018 yılı içinde “görevli memura mukavemet” iddiasıyla 163.000 soruşturma yürütüldüğü açıklandı. İşkence ve kötü muamele şikayetlerini bastırmak için kolluk tarafından alel acele “memura mukavemet” dosyası hazırlanmasının çokça başvurulan bir yöntem olduğu biliniyor. Durum tersinden okunduğunda, ülkede sadece 2018 yılında 163.000 işkence ve kötü muamele vakasının yaşandığı söylenebilir.
İşkence suçu, yoğun olarak kolluk araçlarında ve gözaltı merkezlerinde gerçekleşiyor. Emniyet müdürlüklerindeki işkenceyi; cezaevleri, mülteci barındırma merkezleri ve kaçırılmalarla bilinmeyen merkezlerde yapılan işkenceler takip ediyor.
İşkencenin yoğun olarak hürriyetten yoksun bırakmanın başından itibaren kişinin hakimlik önüne çıkarıldığı ana kadar yoğunlaşmasının en önemli sebebinin, işkence yoluyla suçu itiraf ettirmek olduğu anlaşılıyor.
İşkence ile;
- Ayrımcılık, nefret gibi duygularla mağdurun cezalandırması,
- Bilgi almak için baskı oluşturulması,
- Korku ve yıldırma ile mağdurdan suç itirafı alınması,
- 3. kişilere karşı suç oluşturulması hedefleniyor.
Modern ceza hukuk sistemleri, delilden şüpheliye ulaşır. Delil yoksa, suç da yoktur, suç olmadığından suçlama da yapılamaz. İşkenceyle ceza yargılama sistemi ters yüz edilerek Ortaçağ engizisyon yargılamalarında yapıldığı gibi, suçsuz bir kişi suçu itiraf etmeye zorlanır.
İşkencenin tanımı
Mağdurun bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına sebep olan her türlü eylem işkence olarak tanımlanır. İşkence ve kötü muamele, mağdurun yaşına, sağlık durumuna, sosyal konumuna, cinsiyetine göre farklılık gösterebilir. Yolu bir şekilde polis veya jandarma ile kesişen çok sayıda insanın maruz kaldığı muamele aslında işkence veya kötü muamele yasağı kapsamında olmasına rağmen, kolluk tarafından işlenen bu suçun cezalandırılacağına dair inanç bulunmadığından ya da yeterli bilinç olmadığından şikâyet yapılmaz ve durum sineye çekilir.
AIHM işkence ve kötü muamele suçlarını ayırt etmeksizin her ikisini de ‘Mutlak yasak’ olarak değerlendirir. Uluslararası mahkemenin bu net tutumu takınmasında, devletlerin işkence iddiasına muhatap olmamak için amaçlarını fiziki şiddet yerine psikolojik şiddeti uygulayarak gerçekleştirmesi etkili olmuştur. AIHM tarafından verilen çok sayıda ihlal kararında yalnızca fiziksel darp, cebir veya eziyetle sınırlı kalınmayıp, ruhsal bütünlüğü hedefleyen psikolojik eylemler de işkence kapsamında değerlendirilmiştir. Fiziksel ve psikolojik işkence arasında geçişkenlik bulunmaktadır. Bu yüzden ikisi arasında yapılacak ayrım, yapaydır. Fiziksel işkencenin psikolojik zararları olduğu gibi, psikolojik işkencenin de fiziksel zararları olmaktadır.
Çok sayıda insan hakkı raporu içeriği, mahkeme tutanağı ve mağdur anlatımlarından hareketle Türkiye’de uygulanan işkence ve kötü muamele türlerini şu başlıklarda toplamak mümkün:
Künt travma: Yumruk atma, tekmeleme, tokat atma, kafayı duvara vurma, falaka, kaba dayak, sopa veya copla vurma, silah kabzası veya dipçiği ile vurma, itip kakma, yere düşürme vs.
Pozisyon işkencesi: Filistin askısı, uzun süre hareket kısıtlaması, ayakta bekletme, belli bir pozisyonda durmaya zorlama, belli hareketleri yapmaya zorlama vs.
Nefessiz bırakma: Sulu veya kuru yöntemlerle ağzı kapatma, boğazı sıkarak nefessiz bırakma vs.
Kötü ortamlar: Havasız, nemli, aşırı kalabalık, kirli, sıcak veya soğuk ortamda kalmaya zorlama, parlak ışığa maruz bırakma, karanlıkta bırakma, pencerenin açtırılmaması, gürültüye maruz bırakma vs.
Yeme içme ihtiyacının karşılanmaması: Aç veya susuz bırakma, kötü/bozuk yiyecek verme, elleri kelepçeli yemeye zorlama, yere dökülen suyu içmeye zorlama vs.
Ayakla ezme: Parmak, kol veya bacakları ayakla ezme vs.
Cinsel saldırı: Tecavüz, cinsel taciz, sarkıntılık, cinsel organlara yönelik şiddet uygulama vs.
Kötü tutukluluk koşulları (Cezaevlerinde): Hücre cezası, aşırı kalabalık, sağlık ve hijyen şartlarına uygun olmayan koğuşlarda tutma, yetersiz yemek verme, sağlık ve tedavi hakkının ihlal edilmesi, keyfi disiplin cezaları vs.
İhtiyaçlardan yoksun bırakma: Uykusuz bırakma, uzun süre banyo yaptırmama, tuvalete gitmeye izin vermeme, mağdurların birbiriyle özdeşim kurmasını engelleme, başı örterek veya gözleri bağlayarak ışık ve zaman duygusundan yoksun bırakma, penceresiz odada 24 saat ışığı açarak zaman duygusundan mahrum bırakma vs.
Aşağılamalar: Tükürme, çırılçıplak soyma, bağırma, küfretme, hakaret etme, teşhir etme aşağılama, çıplak arama, her türlü mahremiyet ihlali, tek tip kıyafet giydirme vs.
Soğuk veya sıcak suya maruz bırakma
Tehdit: Mağdur veya yakınlarını ölüm veya tecavüzle tehdit, yalancı infaz (mağdur veya yakınının öldürülmesi tehdidi), daha çok işkence yapmakla tehdit vs.
Köpekle tehdit
Psikolojik tekniklerle yapılan işkence: İyi/polis kötü polis rolü oynama, ihanete zorlama, öğrenilmiş çaresizlik, müphem durumlara veya çelişkili mesajlara maruz bırakma vs.
Değerlere saldırı: Kutsal değerler ve manevi kişiliklere küfür ve hakaretler vs.
Davranışsal baskı: Yakalama ve gözaltında aşırı güç kullanma, emniyete kendisi giden birine ters kelepçe takma vs.
Başkasına yapılan işkenceye tanıklığa zorlama: Başkasını yapılan işkence ve kötü muameleyi izletme/dinletme, başkasına tecavüz edilmesini seyrettirme/dinletme vs.
Tedaviden mahrum bırakma: Tedavinin sağlanmaması, ilaçların verilmemesi, bulaşıcı hastalık veya salgın hastalığa maruz bırakma vs.
İşkence ve kötü muamele mağdurları ne yapmalı?
Hükumet Anayasa’ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı şekilde ‘yargılanmazlık zırhı’ anlamına gelecek düzenlemelerle işkencecilere güvence sağlamak istese de, bunda başarılı olamayacağı çok açık. İşkence iddialarının yoğunluğundan, kolluğun iktidarın teşvik edici tutumundan cesaret alarak “yapanın yanına kar olacağını” düşündükleri anlaşılıyor. Fakat dünya hukuk tarihindeki örnekler bunun tam tersini söylüyor. İşkence ve kötü muamele bütün insanlığı hedef alan suçlardandır. Bundan dolayı uluslararası toplum, işkence ile topyekûn mücadele etmek için uluslararası denetim mekanizmaları oluşturmuş durumda. Kaldı ki, bu suçlarda zamanaşımı olmadığından travmanın etkisi ve korku ortamı sona erdikten sonra da şikâyet etmek mümkün. İç hukuktaki manzara, tamamlanması gereken şekli bir prosedürden ibaret olsa da mağduriyetler uluslararası yargıya taşındığında adalet tesis edilebilecektir. Yeter ki iddialar delillendirilerek işkence ile işkenceciler arasındaki nedensellik bağı doğru bir şekilde kurulabilsin.
İşkence mağdurları Uluslararası yargıda sonuç alabilmek için nelere dikkat etmelidir?
Aşama aşama en başından itibaren yapılması gerekenleri ifade edecek olursak;
- İşkencenin yapıldığı yer (şehir, mahalle, bina, odaya ait detaylar; kat, odadaki eşyalar vs.) işkencenin tarihi, saati, yapılan eylemlerin, söz ve tehditlerin detayı, failinin adı ve soyadı, görev ve rütbesi, bunlar bilinmiyorsa teşhise yarayacak tasvir edici detaylar: Failin/faillerin boyu, kilosu, saç şekli, saç rengi, göz rengi, ten rengi, yüzündeki belirgin özellikler, şivesi, dövme olup olmadığı, sarhoşluk emaresi olup olmadığı veya tanımlamaya yarayacak her türlü detay not alınmalı,
- İşkenceyi ispata yarayacak deliller muhafaza edilmeli: Doktor raporu, kamera kaydı, fotoğraf, elbise, tanık isimleri, araç plakası vs. Aradan uzun süre geçmesi suçun ispat edilmesini zorlaştıracağından ispata yarar her türlü delili muhafaza etmekte fayda olacaktır.
- Gözaltı işleminin başından itibaren mümkün ise özel avukat marifetiyle, değilse Baro’nun CMK servisinden istenecek avukat ile görüşme talep edilmeli. Avukata, uğranılan işkence ve kötü muamele anlatılmalı, tutanak düzenlenmesi istenmeli.
- Avukatın Baro, Tabipler Birliği, İnsan Hakkı Dernekleri veya bulunulan şehirdeki başkaca kurum/kuruluşla iletişim kurarak hukuki yardım talep edilmeli.
- Doktor muayenesinde, uğranılan işkence doktora anlatılmalı ve rapora geçirilmesi talep edilmeli. Doktor bu beyanı görmezden gelirse, özel doktor tarafından muayene olmak için girişimde bulunulmalı. Bu konuda Tabipler Birliği gibi bağımsız çalışan örgütlerden de yardım talep edilebilir. Gözle görülür işkence emaresi bulunmasına rağmen ‘darp cebir izi yoktur’ şeklinde rapor veren doktor hakkında şikayetçi olunmalı, rapora itiraz edilerek iptali sağlanmalı.
- İşkence iddiası savcılık ifade tutamağında veya sorgu hakimliğinde zapta geçirilmeli. Şayet beyanlar zapta geçirilmez ise, avukatın şerh düşmesi talep edilmeli.
- Cumhuriyet Savcısı ifadede yer alan iş iddiasına rağmen re’sen soruşturma başlatmaz ise savcılığa hitaben şikâyet dilekçesi yazılarak işkence iddiaları anlatılmalı. Devletler, Uluslararası mahkemelerde sıkça “ifadede avukat hazır bulunmasına rağmen iddianın ifade edilmediği veya şikayetçi olunmadığı, dolayısıyla iddianın gerçeği yansıtmadığı” savunmasını ileri sürmekteler. İddianın resmî makamlara yansıtılması bu nedenle önem taşıyor. Korktuğu için, yaşadığı travma nedeniyle şikayetçi olamamış kişiler bu durumların geçmesinden sonra da suç duyurusunda bulunabilirler. İşkenceye uğrayan ölmüş ise, yakınları da şikayetçi olabilirler.
- Savcılık takipsizlik kararı verirse karara itiraz edilmeli. İtirazın reddedilmesi durumunda şikayetin AYM önüne taşınması ihmal edilmemeli. Anayasa Mahkemesinin son yıllarda özellikle “devletin milli güvenlik politikaları” konusunda insan haklarını koruyan kararlar vermediği ve bir kaç göstermelik karar dışında bireye karşı olumsuz bir tutum içerisinde olduğu görülüyor. Bundan dolayı AYM ile eş zamanlı olarak şikayetlerin AIHM, BM gibi uluslararası mahkemelere de taşınması yerinde olacaktır.
- Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru hakkında red kararı verirse; daha önce AIHM veya BM’ne başvuru yapılmamışsa süresi kaçırılmadan başvuru yapılmalı, önceden başvuru yapılmış ise, AYM’nin iddialar hakkında red kararı verdiği hakkında bilgi verilmeli.
İşkence mağdurlarının başvurabilecekleri Uluslararası kuruluşlar hangileridir?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AIHM başvurusundan sonuç alabilmek için iç hukuk yollarını tüketmiş olmak önem taşıyor. Türkiye’de demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları değerlerinin korunması noktasında çok büyük gerilemeler olmasına rağmen AİHM, kendisine Türkiye’den gelecek dava yoğunluğunun önünü kesebilmek için sürekli olarak Anayasa Mahkemesini işaret etmekte, önüne gelen başvurularda iç hukuk yollarının tüketilmiş olması şartını katı bir şekilde aramaktadır. Bundan dolayı suç duyurusundan başlayarak AYM’ ne yapılacak bireysel başvuru dahil olmak üzere iç hukuk yollarının tüketilmiş olması önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra altı çizilmesi gereken bir diğer nokta, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi yargılamalarının uzun yıllar süren ve sabır isteyen bir bir mücadele gerektirdiğinin unutulmamasıdır.
Bir diğer önemli nokta; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, işkence iddialarını somut deliller varsa kabul etmektedir. Yani sadece “işkenceye uğradım” iddiasını yeterli görmemektedir. Zaman geçtikçe işlenen suça ilişkin detayların unutulması ispatı güçleştireceğinden, ispata yarayacak delil ve bulguların da başvuru ile sunulması önem taşımaktadır.
Birleşmiş Milletler Başvurusu
Birleşmiş Milletler bünyesinde bulunan İnsan Hakları Komitesi, İşkenceye Karşı Komite ve İşkence Özel Raportörlüğü’de işkence mağduriyetlerine karşı müracaat edilebilecek kurumlar arasında yer almaktadır. Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren bu komiteler, iç hukukun tüketilmiş olması şartını, Türkiye örneğindeki gibi fiili imkânsızlık söz konusu olduğunda, katı uygulamak yerine, esnek yorumlamaktadır. Bu konuda çok sayıda örnek bulunmaktadır.
İşkence Özel Raportörünün; mağdurların “bedenî cezalandırma, uluslararası standartlara aykırı kısıtlama, uzun süreli gözaltı, hücre hapsi, ağır gözaltı koşulları, tıbbi muayeneden yararlandırmama ve yeterli tedavi imkânlarının yadsınması, işkence riski altında olduğu ülkeye gönderilme ihtimali , görevliler tarafından aşırı güç kullanımı veya kullanma tehdidi riskleri nedeniyle yapılacak acil başvuru (Urgent Appeal) durumunda harekete geçerek derhal araştırma yapma, ilgili devletten bilgi isteme yetkisi bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler’e ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılacak başvuru şartları arasında aynı konunun daha önce başka bir uluslararası bir yargı merciine götürülmemiş olması bulunmaktadır. Bu durumda, mağdur aynı konulara ilişkin AIHM ve BM yollarını aynı anda kullanamayacak, her ikisine birden başvuru yapamayacaktır.
Evrensel Yargı Yetkisi
Devletlerin egemenliğinden doğan geleneksel yargı yetkisini istisnai biçimde genişleten evrensel yargı yetkisi uluslararası topluma yönelen zalimane suçların cezasız kalmaması için kullanılan etkili bir yöntemdir. Evrensel yargı yetkisi ile devlete, suçun işlendiği yere; failin ve mağdurun tabiiyetine bakılmaksızın suçun konusuna dayanarak yargılama yetkisi tanınmaktadır. İşkence mağduru, işkenceye uğradığı devletin dışındaki başka bir ülkede yaşıyorsa, şikâyet ve delillerini yaşadığı ülkenin yargı makamlarına ilettiğinde işkencecilerin yargılanması mümkündür. Özellikle Avrupa ülkelerinde, evrensel yargı yetkisinin etkin kullanımı ile ağır insan hakları ihlalleri ve tüm insanlığa yönelen zalimane suçların cezalandırıldığına dair çok sayıda örnek bulunmaktadır.
Usul esasa mukaddemdir.
Son olarak yeniden altı çizilmesi gereken konu, ‘İŞKENCE İDDİASININ İSPATI’dır. Büyük hukukçu Cevdet Paşa’nın deyişiyle “usul esasa mukaddemdir”. Yani “usul, esastan önce gelir”. Davanızda haklı da olsanız, usule ait göz ardı ettiğiniz bir kural nedeniyle davanızı kaybedebilirsiniz. Bu nedenle nereye, ne zaman başvurulacağına karar verilmesi, başvuru dilekçesinin hazırlanması, iddiayı ispata yarayacak delillerin dosyaya konulması önem taşımaktadır. İşkence, uluslararası toplumun elbirliği ile mücadele ettiği suçlar arasında yer almakta, ulusal ve uluslararası alanda faaliyet yürüten çok sayıda STK ve gönüllü kuruluş işkence mağdurlarına hukuki destek vermektedir. Bu kuruluşların bünyesinde uzman hukukçu ve sağlıkçılar da bulundurmaktadır. İşkence suçlarına karşı yapılacak başvuruların karşısında, tüm güç ve imkanıyla devletin bulunduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla işkence mağdurunun, uzun ve mali açıdan kendisine ağır faturalara mal olabilecek bu mücadeleyi tek başına sürdürmek yerine, bu kuruluşlardan hukuki yardım talep etmesi önem taşımaktadır.