1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü

Tüm dünyada farklı şekillerde coşkuyla kutlanan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü aynı zamanda eşitlik, demokrasi ve daha iyi bir gelecek için mücadele günüdür.

İnsan hakları ihlallerin kronik hale geldiği ülkemizde son yıllarda giderek artan istibdat ve tahakküm politikaları işçi ve emekçiler üzerinde daha da hissedilir olmuştur. Bugün emekçiler enflasyon altında inim inim inlemektedir. Bugün emekçilerin hak ve özgürlük mücadelesi, baskı ve işkencelerle boğulmak istenmektedir.

OHAL döneminde yasalara aykırı bir şekilde, tam anlamı ile bir işçi kıyımı yapıldı. Binlerce kamu görevlisi, işçi ve memur haklarında herhangi bir yargılama yapılmaksızın ve savunmaları alınmaksızın işten çıkarıldı; yüzlerce şirket, sivil toplum kuruluşu, Sendika, Dernek, Vakıf ve Üniversite kapatıldı.

OHAL’in ilan edilmesinin hemen akabinde Aksiyon–İşci Sendikaları Konfederasyonu ve bağlı 9 Sendikası KHK ve daha sonra bu Konfederasyona bağlı 9 Sendika idari kararla, ayrıca, Cihan Memur Sendikaları Konfederasyonu ve bağlı 10 Sendika yine KHK ile, yani toplam 2 Sendika Konfederasyonu ve 28 Sendik hukuka aykırı bir şekilde kapatıldı, mallarına el konuldu, daha sonra 29.579’u bu sendikalara üye olan yaklaşık 125.000 kişi işlerinden atıldı. Öte yandan, özel sektörde el koymalar ve kayyımlar marifeti ile 100.000’in üzerinde emekçi de işinden edildi.

Haklı mücadelemizin en önemli desteklerden biri Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütü-ILO’dan gelmiştir. Aksiyon-İşçi Sendikaları Konfederasyonu olarak ILO’ya “158 No’lu Hizmet İlişkisine Son Verilmesi Sözleşmesi” ve “87 No’lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi” kapsamında yaptığımız başvurular neticesinde incelenmiş ve ILO tarafından tespit edilen hak ihlalleri, ILO Yönetim Kurulu’nun 341. Oturumunda (Mart 2021) kabul edilmiştir. ILO Yönetim Kurulu tarafından onaylanan Kararlarda Konfederasyonumuz, bağlı sendikalarımız ve üyelerimize yönelik yapılan hak ihlalleri bir kere daha net bir biçimde ortaya konulmuştur.

1 Mayıs, “Emek ve DAYANIŞMA günü” vesilesi ile bir kere daha çağrıda bulunmak istiyoruz. Yapılan hak mücadelesi yolculuğunda önemli bir adım olduğuna inandığımız sözkonusu ILO kararlarının T.C. Hükümeti tarafından uygulanmasının sağlanması ve haksızlığa uğrayan emekçilerin haklarını geri alabilmeleri için bu haklı mücadelemizde TÜM SENDİKALARIN, İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARININ VE İLGİLİ KURULUŞLARIN DESTEKLERİNİ görmek istiyoruz.

AKP Hükümetinin yaptığı işlemlerin Anayasaya, uluslararası sözleşmelere, kısacası hukuka aykırı olduğu son olarak ILO tarafından da tescillendi. 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü vesilesiyle, AKP Hükümetine, hukuksuzluklara alet olan Bürokrat ve Yargı camiasına bu fiillerinden vazgeçmeleri için çağrıda bulunuyoruz. Haksız yere işlerinden edilen tüm kişilerin derhal işlerine iade edilmesi, tüm tazminatların ve diğer yasal haklar ile birlikte ödenmesi, gasp edilen malların sahiplerine geri verilmesi taleplerimizi tekrarlıyoruz. Bu dediklerimiz yapılıncaya, tüm haksızlıklar giderilinceye kadar “SENDİKACILIĞIN RUHUNA UYGUN BİR ŞEKİLDE” zulme, adaletsizliğe, sömürüye, ayrımcılığa ve hukuksuzluklara karşı mücadelemiz devam edecektir.

Gün, tüm emekçilerin barış ve kardeşlik günüdür. Gün, insan hakları için, demokrasi için mücadele günüdür. Gün, birlik ve dayanışma günüdür.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Mağdur Emekçiler Platformu – Human Rights Defenders e.V.

RAPOR: KHK’LILARA YER YOK

KHK kurbanlarının hayatları, olağanüstü halin sona ermesinden yıllar sonra hala darmadağın ve kurbanlar bir tür sivil ölüm cezasına mahkum edilmiş durumdalar. Bahadır Odabaşı’nın intiharı bu sivil ölüm cezasının sadece KHK’lıları değil tüm ailesini etkilediğinin en son ve en acı delillerinden birisi oldu.

Türkiye’de OHAL KHK’ları ile ihraç edilen kamu görevlileri ve yakınları tüm resmi ve yarı resmi kurumların veri tabanlarında 36/OHAL/KHK ya da yasaklı TC Kimlik numarası koduyla kara listeye alınmış durumdalar ve hayatın her alanında ayrımcılığa uğramaktalar. Çeşitli kamu kurumları tarafından yayınlanan yönetmelik, genelge ve talimatlar kara listedeki kişilerin onlarca kamu hizmeti, hak ve teşvikten dışlanmasını emretmektedir.Tutuklu Avukatlar İnisiyatifi ve Human Rights Defenders e.V  tarafından hazırlanan KHK’LILARA YER YOK adlı yeni bir rapor, OHAL KHK’ları ile ihraç edilen kamu görevlilerini çalışma, eğitim, sağlık hizmetlerinden ve sosyal yardımlardan yararlanma gibi en temel haklardan mahrum bırakan en az 30 tür ayrımcı uygulamayı belgeledi

Bu ayrımcı uygulamalar engelli bakım yardımı ve diğer maluliyet ödeneklerinden yararlanma, evlat edinme, vergide eşitlik, iş yeri açma, meslek edindirme kurslarına katılma, başarı bursu alma, akademik yayın yapma da dahil olmak üzere sosyal ve ekonomik hayatlarının tüm yönlerini etkilemektedir.

OHAL KHK’ları ile ihraç edilen kamu görevlileri istihdam kursları gibi kamu programlarına kabul edilmemekte ve böylelikle yeni bir meslek edinmeleri engellenmektedir. Bu kişilerin okul servisi sürücülüğü gibi en temel işlerde çalışması dahi yasaklamaktadır.

Bu kişiler deprem yardımı ve Covid-19 ekonomik yardımı paketlerinden de faydalanamamaktadır.

Rapor, bu süresiz ikincil yaptırımların AİHS’nin 7. maddesi kapsamında bir ceza oluşturduğunu tespit ediyor. Rapora göre Türkiye’nin ad hominem ihraç kararnameleri, (i) ihraçların sonuçlarının kapsamı, ciddiyeti ve kalıcı statüsü; (ii) ihraçların, hükümlü olmaktan daha ağır sonuçlar doğurması (iii) ihraçların AKPM’nin 1096 sayılı Kararı ve Ayıklama Kılavuz İlkeleri ile uyumlu olmaması; ve (iv) AİHS’nin 7 § 1 maddesi anlamında cezanın tanımına ilişkin AİHM içtihatları ışığında geçici bir önlemden ziyade bir ceza olarak nitelendirilebilir:

OHAL KARARNAMELERİNDEN KAYNAKLANAN MAHRUMİYETLER

  1. Tasfiye Edilen Memurlar, İş ve İşçi Bulma Kurumu ile Sosyal Güvenlik Kurumlarının Veri Tabanlarında 36/OHAL/KHK Koduyla Kara Listeye Alındı
  2. Tasfiye Edilen Memurlar Koruyucu Aile Olamaz
  3. Tasfiye edilen memurlar belediye başkanı, belediye meclisi üyesi veya muhtar olamaz
  4. Tasfiye edilen memurlar avukat olamaz
  5. Tasfiye edilen memurlar muhasebeci olamaz
  6. Tasfiye edilen memurlar, yapı denetimi şirketlerinde mimar, mühendis, laboratuvar çalışanı veya teknisyen olarak çalışamazlar
  7. Tasfiye edilen memurlar meslek kurslarına katılamazlar
  8. Tasfiye edilen memurlar özel eğitim kurumlarında çalışamazlar
  9. Tasfiye edilen memurlar denizci olarak çalışamaz
  10. Tasfiye edilen memurlar, işyeri hekimi veya iş güvenliği uzmanı olarak çalışamazlar
  11. Tasfiye edilen memurların işletmeleri yönetmek için gereken lisansları kabul edilmemiştir
  12. Veteriner hekim olarak çalışan tasfiye edilmiş memurlar, suni tohumlama sertifikasına sahip olamazlar ve tarımsal destekleme programlarında mesleki görevlerini yerine getiremezler.
  13. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü veri tabanında (TAKBİS), KHK ile ihraç edilenlerden oluşan şüpheli kişilerin listesi yer almaktadır. Bu listede yer alanlar, gayrimenkul işlemlerine taraf (alıcı veya satıcı) veya şahit olarak katılamazlar.
  14. Adalet Bakanlığı’nın talimatı üzerine Türkiye Noterler Birliği, KHK ile ihraç edilen şüpheli kişilerin listesini çıkarmis olup bu listede yer alan kişilerin noterde vekalet vermek dışında herhangi bir işlem yapmalari mümkün değildir. Bu da araçlarını satmaktan inşaat sözleşmeleri imzalamaya kadar yüzlerce yasal işlemi yapamayacakları anlamına gelmektedir.
  15. Sosyal Yardım Programı (SOYBİS) veri tabanında KHK ile ihraç edilenlerin listesi yer almaktadir. KHK ile ihraç edilenlerin birinci dereceden yakınları (ebeveynleri, oğulları, kızları, damatları ve gelinleri gibi) sosyal bakım sandıklarından yararlanamamaktadırlar.
  16. KHK ile ihraç edilenler ile eşleri ve çocukları, dar gelirlilere yönelik Genel Sağlık Sigortası’ndan ve özürlülere sağlanan sosyal haklardan yararlanamamaktadırlar.
  17. Görevlerinden ihraç edilen kamu görevlilerinin pasaport ve seyahat belgesine sahip olmaları mümkün değildir.
  18. İhraç edilen kamu görevlileri banka hesabı açmaları mümkün değildir ve mali işlem ve prosedürlerde ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
  19. Görevlerinden ihraç edilen kamu görevlileri, sigorta hizmetleri konusunda ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
  20. Görevlerinden ihraç edilen kamu görevlileri, iş geliştirme ve teşvik kredileri konusunda ayrımcılığa uğramaktadır.
  21. Görevlerinden ihraç edilen kamu görevlileri, zorunlu askerlik hizmetleriyle ilgili olarak ayrımcılığa uğramaktadırlar.
  22. Tasfiye edilen akademisyenler, akademik yayıncılıkta ayrımcılığa uğramaktadırlar.
  23. İhraç edilen kamu görevlileri doçentlik sınavlarına giremezler.
  24. İhraç edilen kamu görevlileri bilim destek bursu alamamaktadırlar.
  25. İhraç edilen kamu görevlileri ve aileleri, üniversiteye giriş ve öğrenim ücretleri konusunda ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
  26. İhraç edilen kamu görevlilerinin okul otobüsü şoförü olmaları da mümkün değildir.
  27. İhraç edilen kamu görevlileri vergilendirmede ayrımcılığa uğramaktadırlar.
  28. İhraç edilen doktorlar (M.D.) tıpta uzmanlık gerektiren programlara kabul edilmemektedirler.
  29. İhraç edilen kamu görevlileri, COVID-19 ekonomik yardımlarıyla ilgili olarak ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
  30. İhraç edilen kamu görevlileri, doğal afet yardımı konusunda ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.

Professor Helen Duffy (@HelenDuffy_HRP), Leiden Üniversitesi Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Profesörü, Human Rights in Practice Direktörü

Net bir yasal çerçeve, uygun kanuni usuller ve bağımsız mahkemeler önünde etkili hukuk yolları olmaksızın uygulandığı ve etkilerinin olağanüstü halin ötesine geçerek yeni normal haline geldiği durumlarda, belirsiz ve geniş kapsamlı ‘acil durum’ önlemleri hukukun üstünlügü ile yönetilen bir toplumun devami için ölüm habercisi gibidir. Türkiye’de kamu sektörü çalışanlarının, insan hakları savunucularının ve diğerlerinin tasfiyesinin sonuçları, doğrudan etkilenenlerin ve ailelerinin tüm ekonomik, sosyal, medeni ve siyasi hakları, ve de demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından çok derindir.

Avukat Profesör Kerem Altıparmak, İnsan Hakları Hukuku Profesörü,  (https://twitter.com/KeremALTIPARMAK)

Her ne kadar KHK’ler iç hukuk açısından bir ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet verilmesi anlamına gelmese de sonuçları itibariyle bazı açılardan hapis cezası almış ve cezasını çekmiş insanların durumundan bile daha ağır sonuçlar doğurmaktadır. Bu, KHK’lı olmanın kınanırlık açısından ve cezanın niteliği açısından ceza hukukuna göre cezalandırmaya benzer sonuçları olduğunu ortaya koymaktadır. Ne var ki bu sonuca ulaşırken adil bir yargılama yapılıp, insanlara savunma hakkı da verilmiş değildir. Ben KHK’ler ilk çıktığından beri, KHK ile listelemenin AİHS’in 6. maddesinin özerk anlamıyla bir ceza olduğunu düşünüyorum ve kimsenin adil bir yargılama yapılmaksızın bu şekilde cezalandırılmasının mümkün olmadığı kanaatindeyim.

Profesör Ümit Cizre, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler profesörü, (https://twitter.com/umitcizre)

Açık yasaklamalar, mahrumiyetler ve ayrımcılıklarla karşı karşıya bırakılıp gerçek anlamda sivil ölüme terkedilmiş KHK kurbanlarının hayatta kalma mücadelesine ses ve destek verelim. Bu değerli kardeşlerimiz aileleri ile birlikte yıllardır yürek burkan ve en apolitik kişiyi bile derinden sarsması gereken bir yaşama savaşı içindeler. Onların bugüne kadar kaybettiklerini geri vermek mümkün değil. Sonuçta, yapılması gerekenler son derece normal, doğal ve minimum: haklarının iadesi yönünde bireyler ve toplum olarak “bana necilik” değil duyarlılık göstermek; siyasetçi/ siyasi partiler olarak kararlı müdahale ve baskıyı sürdürmek.

İnsan hakları savunucusu Avukat Salih Akıncı: Gözaltı süresi 24 saati geçemez. Ancak toplu dosyalarda bu süre savcı kararı ile 3 güne kadar uzatılabilir. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden mahrum bırakılamaz.

İnsan hakları savunucusu Avukat Salih Akıncı ile “İşkence Mağdurlarıyla Dayanışma Günü” vesilesiyle bir mülakat gerçekleştirdik ve kendisine gözaltı süreçlerinde kişilerin sahip olduğu hakların neler olduğunu sorduk.

Salih Bey, işkence ve kötü muamele ne yazık ki bir Türkiye gerçeği. Özellikle son yıllarda, yine 1980’lerde ve özellikle 1990’lı yıllardan aklımızda kalan görüntüleri tekrar yaşıyoruz. İşkence özellikle kolluk kuvvetlerinde gerçekleşmektedir.

Gözaltına alınmış bir kişinin hakları nelerdir?

Öncelikle hukuksuzlukların en ilkel dönemlerden daha kötü hale geldiği ülkemizde herkesin haklarını bilmeye, her zaman en kötü ihtimallere hazırlıklı olmaya ve her an ulaşabileceği ve ihtiyaç anında hemen müdahale edebilecek bir avukata her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu aşikârdır.

Bir gözaltı işlemi olması halinde evvela gecikmeksizin bir Avukat yetkilendirilmeli ve derhal müdahale etmesi istenmelidir. Gözaltına alınan kişinin yakınlarından birine haber verilmesini istemek yasal hakkıdır hatta polis derhal ailesine bilgi vermek zorundadır. Kişi bilgi verilmesini istediği kişi olarak avukatını da seçebilir.

Bir gözaltı işleminde Avukat derhal karakola giderek ziyaret etmeli ve dosya hakkında bilgi almaya çalışmalıdır. Bu müdahale aynı zamanda şüphelinin sahipsiz olmadığı anlamına gelir ve polisler avukat korumasında olan birine kolayca kötü muamele edemeyeceklerdir, diğer yandan mağdura maddi manevi moraldir ve durumla ilgileniyorum yalnız ve çaresiz değilsin, haklarını savunacağım mesajıdır. Yalnız burada kastedilen onurlu avukatlardır ki maalesef polislerle çalışan ve kötü muamelelere göz yuman avukatlar da vardır, çoğu zaman Baro tarafından yetkilendirilen avukatların da kötü muameleye göz yumduğunu ve hatta itirafçılığa yönlendirmeye çalıştıklarını duymaktayız ki bu davranış meslek onuruyla bağdaşmamakta ve hatta suç teşkil etmektedir. Ayrıca gözaltına alınan kişinin Avukatı olmadan kimlik bilgisi ile ilgili sorular hariç hiçbir soruya cevap vermemesi gerekir ve bu yasal bir haktır. Zira polisler bazen avukat gelmeden kişinin ağzından laf almaya çalışmakta ve bunları daha sonra aleyhe kullanmakta ve her ne kadar yasal olmasa da tutanak altına da alabilmektedirler.

Avukat her aşamada sanığın yanında olabilirmi?  

Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiîn yardımından yararlanabilir. Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç müdafi hazır bulunabilir.

Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında müdafiîn, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz. Şüphelinin avukatı yoksa baro tarafından müdafi atanabilir. 

Şüpheli veya sanık vekâletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafiî ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz. Müdafiin dosya inceleme yetkisi vardır ancak bu yetki gizlilik kararı ile kısıtlanabilmektedir.

Kanuni gözaltı süresinden de bahsedebilirmisiniz?

Bir diğer önemli husus da gözaltı süresidir. Kanunen bu süre 24 saati geçemez. Ancak toplu dosyalarda bu süre savcı kararı ile 3 güne kadar uzatılabilir. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden mahrum bırakılamaz.

Gözaltı işlemine karşı, varsa avukatınız veya aileniz yetkili Sulh Mahkemesi’ne giderek gözaltının kaldırılması için başvuruda bulunabilir, gözaltı süresinin uzatılmasına itiraz edebilir. Doğal olarak gözaltına alınan kişinin kendisi de gözaltı işlemine ve gözaltı süresine derhal itiraz edebilir, itiraz etmesi halinde bu itirazın polisler ya da jandarma görevlileri tarafından derhal Sulh Ceza Hakimine götürülmesi gerekir, götürmeyen kolluk görevlileri suç işlemiş olacaktır. Özellikle belirtmek gerekir ki, gözaltı süresinin uzatılması kanunen keyfi olmamalı ve gerekçelendirilmelidir.

Gözaltı sürecinde sağlık kontrolü nasıl ve ne zaman gerçekleşmeli?

Gözaltına alınan kişinin sağlık durumu hekim raporu ile tespit edilir, bu tespit; herhangi bir nedenle yerinin değiştirilmesi, gözaltı süresinin uzatılması, serbest bırakılması veya adlî mercilere sevk edilmesi işlemlerinden önce de yinelenir. Bu raporları bir nüshası şüpheliye verilir.

Gözaltına alınanlardan herhangi bir nedenle sağlık durumu bozulanlar ile sağlık durumundan şüphe edilenler, derhâl hekim kontrolünden geçirilerek gerekiyorsa tedavileri yaptırılır, bu sırada varsa kendi hekiminin de katılmasını isteyebilir.

Gözaltına alınan kişinin ifadesini alan veya soruşturmayı yürüten kolluk görevlisi ile bu kişiyi tıbbî muayeneye götüren kolluk görevlisinin farklı olması zorunludur. Ancak personel yetersizliği nedeniyle farklı kolluk görevlisinin bulunmaması hâlinde bu durum belgelendirilir.

Hekim muayene esnasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 94 üncü maddesinde belirtilen işkence, 95 inci maddesinde belirtilen neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence ve 96 ncı maddesinde belirtilen eziyet suçlarının işlendiği yolunda herhangi bir bulguya rastlaması hâlinde, keyfiyeti derhâl Cumhuriyet savcısına bildirir. Bu husus yasada bu şekilde düzenlenmiş olup aksi davranan hekimlere bu hüküm hatırlatılmalı ve suç işledikleri konusunda uyarılmalıdırlar.

Hekim ile muayene edilen şahsın yalnız kalmaları, muayenenin hekim hasta ilişkisi çerçevesinde yapılması esastır. Ancak, hekim kişisel güvenlik endişesini ileri sürerek muayenenin kolluk görevlisinin gözetiminde yapılmasını isteyebilir. Bu istek belgelendirilerek yerine getirilir. Bu durumda gözaltına alınan kişinin talebi hâlinde müdafiî de muayene sırasında gecikmeye neden olmamak kaydıyla hazır bulunabilir. Ancak maalesef işkenceci polisler bu hükme uymamaktadırlar.

Kadının muayenesi, talebi hâlinde ve olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılır. Muayene edilecek kadının talebine rağmen kadın hekimin bulunmaması halinde, muayene sırasında hekim ile birlikte sağlık mesleği mensubu bir kadın personelin bulundurulmasına özen gösterilir.

İşkence mağduru olanlar ne yapmalı ?

Baskı, kötü muamele veya işkenceye maruz kalan kişi; evvela asla korkmamalı ve dik durmaya çalışmalı, birilerine söylersem, şikâyet edersem bana daha çok kötülük yaparlar diye düşünmemelidir, bilakis söylemeyen ve korkanlar daha çok eziyet görmektedirler. Dolayısıyla böyle bir durumda etrafındaki herkese bu durumu yaşadıklarını açıkça ve detaylı anlatmalı ve yardım istemeli. Dolayısıyla diğerleri bu durumu duyurabilir ya da en azından ilerde şahitlik edebilir. Mağdur ayrıca diğer memurlara, amirlere hâkim ve savcılara ve doktorlara her fırsatta yaşadıklarını anlatıp yardım istemeli ve tutanağa geçirilmesini istemeli. Hatta geçirmeyenlere bu davranışlarının da suç teşkil ettiği ve bu konuda suç duyurusunda bulunulacağı söylenmeli, hatta vicdanlarını harekete geçirecek laflar da edilmelidir.

İşkence vakalarında derhal barolara, insan hakları dernek ve örgütlerine, Adalet bakanlığına, CİMER’e, uluslararası kuruluşlara, basına, siyasi partilere vb. bilgi verilip yardım istenmeli ve hemen savcılığa suç duyurusunda bulunulmalı, faillerin ismi bilinmese dahi eşkâlleri tarif edilerek, görev yeri ve fiillerin zamanı belirtilerek faillerin tespiti ve cezalandırılması talebi ile suç duyurusunda bulunulmalıdır. Mağdurun kendisi, avukatı yahut yakınları bu başvuruyu yapabilir. Bu başvurulardan sonuç alınamasa dahi ilerde yeniden ulusal ve uluslararası her türlü mecrada hak arayabilmek adına, ispat için mutlaka bu başvurular yapılmalıdır. Her aşamada doktor raporu almaya çalışılmalı, avukatların,  baroların ve insan hakları örgütlerinin işkence konusunda tutanak ve raporlar hazırlaması sağlanmaya çalışılmalı, tanıkların isimleri, işkenceyi yapan, talimat veren, göz yuman tüm polis hâkim ve savcı, doktor vb. tüm görevlilerin isim soy isimleri ya da en ayından eşkâlleri belirlenmeli ve tutanaklara geçirilmeli, en azından not edilmeli.

Ayrıca baskı ve zorlamalara direnmeyip ben yanacağıma başkası yansın düşüncesi ve hatta zorlamalarla birilerine haksız suç isnadı yapmak, iftira atmak insanca bir tutum olmayıp, bu tarz davranan kişilerin hayatı boyunca utanç ve pişmanlık içinde insanlardan uzak bir hayata mahkûm olduklarına sık sık şahit olmaktayız. Ayrıca iftira Ceza Kanununda düzenlenmiş olan ağır suçlardan biridir ve cezası mağdurun bu iftira nedeniyle uğradığı mağduriyete göre 30 yıla kadar hapis cezasına kadar çıkabilmektedir.

Peki bir de iftira atılması durumu var? Bu durumda yasalar nasıl bir yaptırım öngörüyor?

İftira konusu fiil nedeniyle mağdurun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkum olması halinde; iftira suçu işleyen kişi 20 yıldan 30 yıla kadar hapis cezasına; mağdurun süreli hapis cezasına mahkum olması halinde, iftira eden hakkında iftira suçu nedeniyle, mağdurun mahkum olduğu cezanın 2/3’ü kadar hapis cezasına hükmedilir. Mağdurun iftira suçu nedeniyle mahkum olduğu cezanın infazına başlanmışsa, iftira edene bu fıkra hükümlerine göre verilen ceza yarısı oranında arttırılır (TCK md. 267/5-6).

Aralık 2020 – Ocak 2021 Newsletter

Çok kıymetli HRD Gönüllüleri, 

Covid-19 salgını tüm dünyada devletlerin sert ve katı önlemlerine sahne oldu. Esasında Covid-19 salgını, bizler için bir insan hakları krizidir. Gelişmiş ülkeler dahi salgını önlemek adına aldıkları bazı kararlarda ölçülülük ilkesine aykırı hareket etmiştir. 

Otoriter rejimler ise salgını fırsat bilerek, özgürlüklerin ve temel hakların altını oymaya devam ediyor. Önlemler keyfi olarak alınmakta ve yasadışı uygulanmaktadır. Öte yandan, salgından özellikle etkilenen hasta, yaşlı, tutuklular ve düşük gelirli gruplar korunamamaktadır. 

Gözlemlediğimiz bir diğer olgu da Türkiye’deki gibi otoriter rejimlerin, salgın bahanesiyle gazeteci, insan hakları savunucuları veya en basit şekilde hakkını arayan herkes üzerindeki baskıyı daha da artırdığıdır. 

Temmuz 2016 sonrasında artan ve özellikle Gülen hareketini hedef alan kitlesel gözaltıları Aralık 2020 (872 kişi) ve Ocak 2021 (1238 kişi) döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde, toplam 2110 kişi keyfi olarak gözaltına alınmıştır (https://tr.solidaritywithothers.com/mass-detentions) . 

Öte yandan, Türkiye’nin karanlık dönemlerine ait bir uygulama olan zorla kaybedilme vakaları bu dönemde de devam etmiştir. 29 Aralık 2020 tarihinden bu yana Başbakanlık eski Raportörü olan Hüseyin Galip Küçüközyigit’ten haber alınamıyor. 20 Ocak 2021 tarihinde kaçırılan ve 6 gün sonra serbest bırakılan Gökhan Güneş ise bu altı günde yaşadıklarını bir basın toplantısında anlatmış ve Rejimin kendi vatandaşının hayatını nasıl hiçe saydığını açıklamıştır. 

Hükümetin diğer bir önemli hak ihlali ise toplanma ve gösteri hakkı bağlamında yaşanmaya devam etmektedir.  1 Ocak 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararnamesiyle atanan Rektörü protesto eden Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, polisin şiddetli müdahalesiyle karşılaşmış ve yüzlercesi keyfi olarak tutuklanmıştır. Hükümetin yaşanan gerginliklerden, Üniversite öğrencileri ve toplumun belli bir kesimini sorumlu tutması ve hedef göstermesi esasında AKP’nin bildiğimiz, 

gerginlik yaratma, güç kullanarak susturma ve bunu yaparken de milli ve manevi duyguları istismar etme taktiğinin 2021 yılındaki ilk örneğidir.

Değerli gönüllümüz, 

Aylık olarak Türkçe, İngilizce ve Mart 2021 itibariyle Almanca olarak çıkaracağımız Bültenlerimizde, HRD olarak yaptığımız belli başlı faaliyetlere ve hiç kuşkusuz Türkiye’deki insan hakları ihlalleri yer alacak. Amacımız bunların bir şekilde kayıt altına alınması, bir bilinç ve farkındalık oluşturulması. Çeşitli ülkelerde meydana gelen insan hakları ihlallerine de kayıtsız kalmak doğru olmayacaktır. 

Bültenimiz ile ilgili görüş ve önerilerinizi bizlere iletmenizi istiyor ayrıca, önümüzdeki sayılarda sizlerin de desteği ile daha kapsamlı bültenler hazırlamayı ümit ediyoruz. 

Aşağıdaki linkten Bültenimize ulaşabilirsiniz.

HAND in HAND Engelli Hakları Platformu – Dünya Engelli Hakları Günü

HAND in HAND ENGELLİ HAKLARI PLATFORMU KURULUŞ BİLDİRİSİ ve BASIN AÇIKLAMASI


Bugün 3 Aralık 2020 Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Engelliler Günü. Engellilerin hatırlanması, onları sorunlarına dikkat çekilmesi için BM tarafından kabul edilen bu anlamlı günde bizler de haksızlığa uğrayan, hakları gasp edilen engellilerin sesi olma adına, uzun zamandan beri hazırlıklarını yaptığımız platformumuzun kuruluşunu ilan ediyoruz.

 

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyada yaklaşık 1 milyar engelli insan yaşamaktadır. Dünyadaki en büyük azınlığı oluşturan bu nüfusun yaklaşık beşte birinin ise başkalarının yardımlarına ihtiyaç duyacak şekilde ağır engelleri bulunmaktadır.

 

13 Aralık 2006’da kabul edilen BM Engelli Hakları Sözleşmesi ile engelli kişilerin; Yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, Yasa önünde eşit tanınma, Adalete erişim, İşkence yasağı, Sömürü, şiddet veya istismara maruz kalmama, Bedensel ve ruhsal bütünlüğe saygı, Seyahat özgürlüğü ve uyrukluk, Toplum içinde yaşama, Kişisel hareketlilik, Özel hayata saygı, Konut ve aile hayatına saygı, Eğitim hakkı, Sağlık hakkı, Çalışma hakkı, Yeterli yaşam standardı, Siyasal ve toplumsal yaşama katılım ile Kültürel yaşama katılım hakları gibi onlarca hak güvence altına alınmıştır.

 

Bu sözleşme, dünyanın en büyük azınlığı konumundaki engellilerin insan haklarının korunması için geliştirilmiştir.  Bu sözleşmenin ilanından maksat yeni hak ve özgürlükler yaratmak değil, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan sözleşmelerde zaten var olan hakları engellilik bağlamında yeniden düzenlemektir.

 

Engelliler tüm diğer insanlar gibi, hakları olan, yaşamın her alanında bu hakları yasal güvenceyle korunması gereken kişilerdir. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi ile engellilik konusuyla insan hakları kavramını bir araya getirerek engelliliğin tanımını genişletmiş ve hak savunuculuğu perspektifini derinleştirmiştir.

 

Engelli kişiler, içinde bulunduğumuz modern dünyada dahi, eğitim, sağlık, istihdam ve gelir eşitliği gibi konularda ciddi bir şekilde haksızlıklara maruz kalmaktadırlar. UNESCO verilerine göre, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan eğitim çağındaki engelli çocukların %90’ı eğitim haklarından yararlanamamakta; ayrıca, dünya genelinde engellilerin işsizlik oranı %80 civarındadır. Bu oranın önemli bir bölümünün kişilerin engellerinden dolayı değil, devletlerin ve özel sektörün istihdam politikalarından kaynaklı olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından belirtilmektedir.

 

BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeyi, imzalayan ilk devletlerden biri olan Türkiye’de, milyonlarca engelli bu anlamlı güne istihdam, eğitim, sağlık, ulaşım başta olmak üzere pek çok haktan mahrum olarak giriyor. Toplumsal yaşama katılım önündeki engeller sürdüğü için milyonlarca engelli dört duvar arasında bir yaşamaya mahkûm ediliyor. Maalesef Türkiye’de engelliler hala hak öznesi olarak değil yardım öznesi olarak görülüyor.

Türkiye’de Engelliler Yasasının BM Engelli Hakları Sözleşmesi diline uygun hale getirilmesi, yani dilin uyumlulaştırılması, özellikle de engellilik tanımının kapsamlı düzenlenmesi gerekiyor. Türkiye’deki yasada engelliliği getiren nedenlere değil ‘bozukluğa’ odaklanılıyor. İnsan odaklı yaklaşım yerine medikal model benimseniyor.

 

Engelli kişilerin, çalışma hayatına dahil olmaları en temel evrensel insan haklarındandır. Ancak Türkiye’de kamu alanında bile engelli olarak çalışanlar için uygun düzenlemeler tam olarak yapılmamış durumdadır. Engelli kamu görevlilerinin çalışma hayatları hem adaylık süreci hem de sonrasında birçok zorluğu barındırmaktadır.

 

Türkiye’de yaşayan Engellilerin birçok problemi vardır. Bizler bu problemleri ulusal ve uluslararası tüm platformlarda gündeme getirmeye çalışacağız.

 

Bugün münasebetiyle Türkiye’de engelliler açısından halihazırda kanayan bir yaraya dikkat çekmek istiyoruz. Türkiye’de binbir zorluğu aşmış kamu görevlisi olarak çalışmaya hak kazanmış, sonrada buradaki görevlerini hakkıyla yerine getiren 2000 (ikibin)’in üzerinde Engelli kamu görevlisi haksız bir şekilde Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) işlerinden atılmışlardır. Hayatlarında hiçbir suça bulaşmamış, sicilleri temiz bu Engelli Kamu Görevlileri, mesleklerinden atılmadan önce haklarında hiçbir soruşturma yürütülmeden, bir mahkeme kararı olmadan, tamamen keyfi bir biçimde meslekleri, hayatları, kazanılmış hakları gasp edilerek işsiz bırakılmışlardır.

 

KESK verilerine göre yüz binlerce ihraç edilen emekçiler içerisinde; Ortopedik, Görme, İşitme, Zihinsel, Çoklu engelli olduğunu ifade edenlerin yanı sıra ‘süreğen hastalıkları’ olanların olduğu tespit edilmiştir. Araştırmada 55 farklı ilden ve 19 farklı kurumdan engelli ihraç edildiği beyan edilmiştir. İhraç edilen engellilerin % 42’si ortopedik, % 13’ü görme, % 9’u çoklu (birden fazla engeli olan), % 7’si işitme engelli olduğunu ifade edilirken, süreğen hastalığı olanların oranı % 29’dur. İhraç edilen engellilerin % 82’si erkek % 18’i kadındır. Yapılan araştırmada ihraç edilen engellilerin de ihraç edilmeden önce herhangi bir idari veya adli kovuşturma/soruşturma işlemi geçirmediği, ihraç işlem esnasında savunma haklarının kullandırılmadığı vurgulanmıştır.

 

Tamamen haksız bir şekilde ihraç edilen emekçi Engelliler çok önemli bir hak olan emeklilik hakkından da mahrum bırakılmıştır. Kanunen 15 yıllık süreyi dolduran Engelli kamu çalışanlarının emeklilik hakkı var olmasına rağmen, bu süreyi doldurmuş bulunan ihraç engelli emekçilerin emeklilik talepleri reddedilmiştir. Onlara, engelli statüsünde çalıştıkları görmezden gelinerek normal kamu çalışanları gibi 25 yılı doldurmaları halinde emekli olabilecekleri bildirilmiştir. Bu haksız uygulama ile 15 yıllık hizmeti bulunan ihraç engelliler emeklilik haklarından mahrum bırakılmıştır.

Bizler bugün burada kuruluş tüzüğünü imzaladığımız ve resmen kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz “Hand in Hand Engelli Hakları Platformu” ile:

  • Öncelikli olarak Türkiye’deki Engellilerin mağduriyetlerine dikkat çekmeğe,
  • Haksızlıklara uğrayan ve Türkiye’yi terk ederek yurtdışına, buralara gelmiş Engellilerin sesi olmaya,
  • Engelli bireylerin platformumuz çevresinde örgütlenmesini sağlayarak, onları çözümün ve mücadelenin bir parçası haline getirmeye,
  • Engellilerin yaşadığı sorunları tespit ve çözüm için yollar bulmaya,
  • Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmış Engelli mağdurların bulundukları topluma uyumunu kolaylaştırmaya çalışacağız.

Bu bilgiler ışığında Human Rights Defenders (HRD) bünyesinde HAND in HAND Platformunun kurulduğunu açıklamaktan memnuiyet duyuyoruz.

 

Kamuoyun saygıyla duyurulur.

İşkence ve kötü muamele suçları cezasız kalmaz

Av. Fikret Duran

Türkiye’de işkence iddiaları hep gündemde olmuştur. Askeri darbelerden sonra cunta yönetimi uygulamaları ve 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşen işkenceler hala hafızalarda tazeliğini koruyor. O günler geride kaldı derken, Türkiye’nin son 5 yılı işkence iddialarının yeniden zirve yaptığı bir dönem oldu.

İktidar, 15 Temmuz darbe girişimini otoriter bir rejim kurmak için fırsata dönüştürdü. OHAL ilan etti, ardından hak ve özgürlükleri askıya alan KHK’lar çıkarmaya başladı. Daha ileri giderek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini askıya aldığını açıkladı. Bir milyona yakın kişiyi hedef alan terör soruşturmalarında suçun varlığı Anayasa ve Ceza Kanunu’nda yazıldığı gibi delillerle değil, parti teşkilatlarınca yapılan fişlemeler ve isimsiz ihbarlarla belirlenmekteydi.

Hukuktan boşalan yeri, işkence ve kötü muameleler doldurdu. Ülkenin kirli geçmişi, iktidarın bedeninde kendine yeniden yaşam alanı buldu. Olağanüstü Hal 19 Temmuz 2018 Tarihinde son bulsa da OHAL’den kalan yargılama pratiği artık fiili bir hal aldı.

Çok sayıda işkence mağdurunun anlatımlarında Ankara Emniyet Müdürlüğü spor salonu kesişme noktalarından biri. Mağdurların gözaltı tarihleri, yaşları, meslekleri, cinsiyetleri değişse de anlattıkları değişmiyor; Filistin askısı, dayak, tecavüz, tehdit, aç susuz bırakma ve daha bir sürü insanlık dışı suç. Mağdurlar, duvarların insan boyunca kana bulandığını ifade ediyorlar. Ankara’da yoğun işkencenin uygulandığı 4 farklı adres daha bulunuyor.

Özellikle 15 Temmuz sonrasında işkence suçlarının sistematik olarak işlendiği hem Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi hem de BM İşkenceyi Önleme İnsan Hakları Komiserliği’nin raporlarına yansımış durumda. Ulusal düzeyde ve uluslararası alanda faaliyet yürüten insan hakkı örgütleri ve baroların da bu doğrultuda raporları bulunmakta. Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi’nin 5 Ağustos 2020 tarihli son Türkiye raporunda işkence türleri anlatılarak amir konumunda bulunan      devlet görevlilerinin işkenceye onay verdiği, daha vahimi astlarına işkence talimatları verdiği de       anlatılıyor. Bu durum, işkencenin devlet politikası olarak yapıldığını gösteriyor.

Hükumet yetkilileri işkenceyi önlemek ve faillerini cezalandırmak yerine iki yüzlü bir tavır sergi

yor; Bir taraftan “işkenceye sıfır tolerans” söylemini slogan haline getirirken diğer taraftan işkenceyi alttan alta teşvik ediyor. Bu güne kadar kamu görevlilerince işlenen işkence ve kötü muamele suçları hakkında etkili bir soruşturma yürütülmedi.

Hükumet, işkence ve kötü muamele iddialarını içi boş sloganlarla inkâr etse de, özellikle kolluk kuvvetlerince gerçekleştirilen işkence ve kötü muamelenin gerçek boyutlarını Adalet Bakanlığı’nca açıklanan resmî verilerin satır aralarında okumak mümkün. Bakanlık tarafından 2018 yılı içinde “görevli memura mukavemet” iddiasıyla 163.000 soruşturma yürütüldüğü açıklandı. İşkence ve kötü muamele şikayetlerini bastırmak için kolluk tarafından alel acele “memura mukavemet” dosyası hazırlanmasının çokça başvurulan bir yöntem olduğu biliniyor. Durum tersinden okunduğunda, ülkede sadece 2018 yılında 163.000 işkence ve kötü muamele vakasının yaşandığı söylenebilir.

İşkence suçu, yoğun olarak kolluk araçlarında ve gözaltı merkezlerinde gerçekleşiyor. Emniyet müdürlüklerindeki işkenceyi; cezaevleri, mülteci barındırma merkezleri ve kaçırılmalarla bilinmeyen merkezlerde yapılan işkenceler takip ediyor.

İşkencenin yoğun olarak hürriyetten yoksun bırakmanın başından itibaren kişinin hakimlik önüne çıkarıldığı ana kadar yoğunlaşmasının en önemli sebebinin, işkence yoluyla suçu itiraf ettirmek olduğu anlaşılıyor.

İşkence ile;

  • Ayrımcılık, nefret gibi duygularla mağdurun cezalandırması,
  • Bilgi almak için baskı oluşturulması,
  • Korku ve yıldırma ile mağdurdan suç itirafı alınması,
  • 3. kişilere karşı suç oluşturulması hedefleniyor.

Modern ceza hukuk sistemleri, delilden şüpheliye ulaşır. Delil yoksa, suç da yoktur, suç olmadığından suçlama da yapılamaz. İşkenceyle ceza yargılama sistemi ters yüz edilerek Ortaçağ engizisyon yargılamalarında yapıldığı gibi, suçsuz bir kişi suçu itiraf etmeye zorlanır.

İşkencenin tanımı

Mağdurun bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına sebep olan her türlü eylem işkence olarak tanımlanır.  İşkence ve kötü muamele, mağdurun yaşına, sağlık durumuna, sosyal konumuna, cinsiyetine göre farklılık gösterebilir. Yolu bir şekilde polis veya jandarma ile kesişen çok sayıda insanın maruz kaldığı muamele aslında işkence veya kötü muamele yasağı kapsamında olmasına rağmen, kolluk tarafından işlenen bu suçun cezalandırılacağına dair inanç bulunmadığından ya da yeterli bilinç olmadığından şikâyet yapılmaz ve durum sineye çekilir.

AIHM işkence ve kötü muamele suçlarını ayırt etmeksizin her ikisini de ‘Mutlak yasak’ olarak değerlendirir. Uluslararası mahkemenin bu net tutumu takınmasında, devletlerin işkence iddiasına muhatap olmamak için amaçlarını fiziki şiddet yerine psikolojik şiddeti uygulayarak gerçekleştirmesi etkili olmuştur. AIHM tarafından verilen çok sayıda ihlal kararında yalnızca fiziksel darp, cebir veya eziyetle sınırlı kalınmayıp, ruhsal bütünlüğü hedefleyen psikolojik eylemler de işkence kapsamında değerlendirilmiştir. Fiziksel ve psikolojik işkence arasında geçişkenlik bulunmaktadır. Bu yüzden ikisi arasında yapılacak ayrım, yapaydır. Fiziksel işkencenin psikolojik zararları olduğu gibi, psikolojik işkencenin de fiziksel zararları olmaktadır.

Çok sayıda insan hakkı raporu içeriği, mahkeme tutanağı ve mağdur anlatımlarından hareketle Türkiye’de uygulanan işkence ve kötü muamele türlerini şu başlıklarda toplamak mümkün:

Künt travma: Yumruk atma, tekmeleme, tokat atma, kafayı duvara vurma, falaka, kaba dayak, sopa veya copla vurma, silah kabzası veya dipçiği ile vurma, itip kakma, yere düşürme vs.

Pozisyon işkencesi: Filistin askısı, uzun süre hareket kısıtlaması, ayakta bekletme, belli bir pozisyonda durmaya zorlama, belli hareketleri yapmaya zorlama vs.

Nefessiz bırakma: Sulu veya kuru yöntemlerle ağzı kapatma, boğazı sıkarak nefessiz bırakma vs.

Kötü ortamlar: Havasız, nemli, aşırı kalabalık, kirli, sıcak veya soğuk ortamda kalmaya zorlama, parlak ışığa maruz bırakma, karanlıkta bırakma, pencerenin açtırılmaması, gürültüye maruz bırakma vs.

Yeme içme ihtiyacının karşılanmaması: Aç veya susuz bırakma, kötü/bozuk yiyecek verme, elleri kelepçeli yemeye zorlama, yere dökülen suyu içmeye zorlama vs.

Ayakla ezme: Parmak, kol veya bacakları ayakla ezme vs.

Cinsel saldırı: Tecavüz, cinsel taciz, sarkıntılık, cinsel organlara yönelik şiddet uygulama vs.

Kötü tutukluluk koşulları (Cezaevlerinde): Hücre cezası, aşırı kalabalık, sağlık ve hijyen şartlarına uygun olmayan koğuşlarda tutma, yetersiz yemek verme, sağlık ve tedavi hakkının ihlal edilmesi, keyfi disiplin cezaları vs.

İhtiyaçlardan yoksun bırakma: Uykusuz bırakma, uzun süre banyo yaptırmama, tuvalete gitmeye izin vermeme, mağdurların birbiriyle özdeşim kurmasını engelleme, başı örterek veya gözleri bağlayarak ışık ve zaman duygusundan yoksun bırakma, penceresiz odada 24 saat ışığı açarak zaman duygusundan mahrum bırakma vs.

Aşağılamalar: Tükürme, çırılçıplak soyma, bağırma, küfretme, hakaret etme, teşhir etme aşağılama, çıplak arama, her türlü mahremiyet ihlali, tek tip kıyafet giydirme vs.

Soğuk veya sıcak suya maruz bırakma

Tehdit: Mağdur veya yakınlarını ölüm veya tecavüzle tehdit, yalancı infaz (mağdur veya yakınının öldürülmesi tehdidi), daha çok işkence yapmakla tehdit vs.

Köpekle tehdit

Psikolojik tekniklerle yapılan işkence: İyi/polis kötü polis rolü oynama, ihanete zorlama, öğrenilmiş çaresizlik, müphem durumlara veya çelişkili mesajlara maruz bırakma vs.

Değerlere saldırı: Kutsal değerler ve manevi kişiliklere küfür ve hakaretler vs.

Davranışsal baskı: Yakalama ve gözaltında aşırı güç kullanma, emniyete kendisi giden birine ters kelepçe takma vs.

Başkasına yapılan işkenceye tanıklığa zorlama: Başkasını yapılan işkence ve kötü muameleyi izletme/dinletme, başkasına tecavüz edilmesini seyrettirme/dinletme vs.

Tedaviden mahrum bırakma: Tedavinin sağlanmaması, ilaçların verilmemesi, bulaşıcı hastalık veya salgın hastalığa maruz bırakma vs.

İşkence ve kötü muamele mağdurları ne yapmalı?

Hükumet Anayasa’ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı şekilde ‘yargılanmazlık zırhı’ anlamına gelecek düzenlemelerle işkencecilere güvence sağlamak istese de, bunda başarılı olamayacağı çok açık. İşkence iddialarının yoğunluğundan, kolluğun iktidarın teşvik edici tutumundan cesaret alarak “yapanın yanına kar olacağını” düşündükleri anlaşılıyor. Fakat dünya hukuk tarihindeki örnekler bunun tam tersini söylüyor. İşkence ve kötü muamele bütün insanlığı hedef alan suçlardandır. Bundan dolayı uluslararası toplum, işkence ile topyekûn mücadele etmek için uluslararası denetim mekanizmaları oluşturmuş durumda. Kaldı ki, bu suçlarda zamanaşımı olmadığından travmanın etkisi ve korku ortamı sona erdikten sonra da şikâyet etmek mümkün. İç hukuktaki manzara, tamamlanması gereken şekli bir prosedürden ibaret olsa da mağduriyetler uluslararası yargıya taşındığında adalet tesis edilebilecektir. Yeter ki iddialar delillendirilerek işkence ile işkenceciler arasındaki nedensellik bağı doğru bir şekilde kurulabilsin.

İşkence mağdurları Uluslararası yargıda sonuç alabilmek için nelere dikkat etmelidir?

Aşama aşama en başından itibaren yapılması gerekenleri ifade edecek olursak;

  • İşkencenin yapıldığı yer (şehir, mahalle, bina, odaya ait detaylar; kat, odadaki eşyalar vs.)  işkencenin tarihi, saati, yapılan eylemlerin, söz ve tehditlerin detayı, failinin adı ve soyadı, görev ve rütbesi, bunlar bilinmiyorsa teşhise yarayacak tasvir edici detaylar: Failin/faillerin boyu, kilosu, saç şekli, saç rengi, göz rengi, ten rengi, yüzündeki belirgin özellikler, şivesi, dövme olup olmadığı, sarhoşluk emaresi olup olmadığı veya tanımlamaya yarayacak her türlü detay not alınmalı,
  • İşkenceyi ispata yarayacak deliller muhafaza edilmeli: Doktor raporu, kamera kaydı, fotoğraf, elbise, tanık isimleri, araç plakası vs. Aradan uzun süre geçmesi suçun ispat edilmesini zorlaştıracağından ispata yarar her türlü delili muhafaza etmekte fayda olacaktır.
  • Gözaltı işleminin başından itibaren mümkün ise özel avukat marifetiyle, değilse Baro’nun CMK servisinden istenecek avukat ile görüşme talep edilmeli. Avukata, uğranılan işkence ve kötü muamele anlatılmalı, tutanak düzenlenmesi istenmeli.
  • Avukatın Baro, Tabipler Birliği, İnsan Hakkı Dernekleri veya bulunulan şehirdeki başkaca kurum/kuruluşla iletişim kurarak hukuki yardım talep edilmeli.
  • Doktor muayenesinde, uğranılan işkence doktora anlatılmalı ve rapora geçirilmesi talep edilmeli. Doktor bu beyanı görmezden gelirse, özel doktor tarafından muayene olmak için girişimde bulunulmalı. Bu konuda Tabipler Birliği gibi bağımsız çalışan örgütlerden de yardım talep edilebilir. Gözle görülür işkence emaresi bulunmasına rağmen ‘darp cebir izi yoktur’ şeklinde rapor veren doktor hakkında şikayetçi olunmalı, rapora itiraz edilerek iptali sağlanmalı.
  • İşkence iddiası savcılık ifade tutamağında veya sorgu hakimliğinde zapta geçirilmeli. Şayet beyanlar zapta geçirilmez ise, avukatın şerh düşmesi talep edilmeli.
  • Cumhuriyet Savcısı ifadede yer alan iş iddiasına rağmen re’sen soruşturma başlatmaz ise savcılığa hitaben şikâyet dilekçesi yazılarak işkence iddiaları anlatılmalı. Devletler, Uluslararası mahkemelerde sıkça “ifadede avukat hazır bulunmasına rağmen iddianın ifade edilmediği veya şikayetçi olunmadığı, dolayısıyla iddianın gerçeği yansıtmadığı” savunmasını ileri sürmekteler. İddianın resmî makamlara yansıtılması bu nedenle önem taşıyor. Korktuğu için, yaşadığı travma nedeniyle şikayetçi olamamış kişiler bu durumların geçmesinden sonra da suç duyurusunda bulunabilirler. İşkenceye uğrayan ölmüş ise, yakınları da şikayetçi olabilirler.
  • Savcılık takipsizlik kararı verirse karara itiraz edilmeli. İtirazın reddedilmesi durumunda şikayetin AYM önüne taşınması ihmal edilmemeli.  Anayasa Mahkemesinin son yıllarda özellikle “devletin milli güvenlik politikaları” konusunda insan haklarını koruyan kararlar vermediği ve bir kaç göstermelik karar dışında bireye karşı olumsuz bir tutum içerisinde olduğu görülüyor. Bundan dolayı   AYM ile eş zamanlı olarak şikayetlerin AIHM, BM gibi uluslararası mahkemelere de taşınması yerinde olacaktır.
  • Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru hakkında red kararı verirse; daha önce AIHM veya BM’ne başvuru yapılmamışsa süresi kaçırılmadan başvuru yapılmalı, önceden başvuru yapılmış ise, AYM’nin iddialar hakkında red kararı verdiği hakkında bilgi verilmeli.

İşkence mağdurlarının başvurabilecekleri Uluslararası kuruluşlar hangileridir?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

AIHM başvurusundan sonuç alabilmek için iç hukuk yollarını tüketmiş olmak önem taşıyor. Türkiye’de demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları değerlerinin korunması noktasında çok büyük gerilemeler olmasına rağmen AİHM, kendisine Türkiye’den gelecek dava yoğunluğunun önünü kesebilmek için sürekli olarak Anayasa Mahkemesini işaret etmekte, önüne gelen başvurularda iç hukuk yollarının tüketilmiş olması şartını katı bir şekilde aramaktadır. Bundan dolayı suç duyurusundan başlayarak AYM’ ne yapılacak bireysel başvuru dahil olmak üzere iç hukuk yollarının tüketilmiş olması önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra altı çizilmesi gereken bir diğer nokta, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi yargılamalarının uzun yıllar süren ve sabır isteyen bir bir mücadele gerektirdiğinin unutulmamasıdır.

Bir diğer önemli nokta; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, işkence iddialarını somut deliller varsa kabul etmektedir. Yani sadece “işkenceye uğradım” iddiasını yeterli görmemektedir. Zaman geçtikçe işlenen suça ilişkin detayların unutulması ispatı güçleştireceğinden, ispata yarayacak delil ve bulguların da başvuru ile sunulması önem taşımaktadır.

Birleşmiş Milletler Başvurusu

Birleşmiş Milletler bünyesinde bulunan İnsan Hakları Komitesi, İşkenceye Karşı Komite ve İşkence Özel Raportörlüğü’de işkence mağduriyetlerine karşı müracaat edilebilecek kurumlar arasında yer almaktadır.  Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren bu komiteler, iç hukukun tüketilmiş olması şartını, Türkiye örneğindeki gibi fiili imkânsızlık söz konusu olduğunda, katı uygulamak yerine, esnek yorumlamaktadır. Bu konuda çok sayıda örnek bulunmaktadır.

İşkence Özel Raportörünün; mağdurların “bedenî cezalandırma, uluslararası standartlara aykırı kısıtlama, uzun süreli gözaltı, hücre hapsi, ağır gözaltı koşulları, tıbbi muayeneden yararlandırmama ve yeterli tedavi imkânlarının yadsınması, işkence riski altında olduğu ülkeye gönderilme ihtimali , görevliler tarafından aşırı güç kullanımı veya kullanma tehdidi riskleri nedeniyle yapılacak acil başvuru (Urgent Appeal)  durumunda harekete geçerek derhal araştırma yapma, ilgili devletten bilgi isteme yetkisi bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler’e ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılacak başvuru şartları arasında aynı konunun daha önce başka bir uluslararası bir yargı merciine götürülmemiş olması bulunmaktadır. Bu durumda, mağdur aynı konulara ilişkin AIHM ve BM yollarını aynı anda kullanamayacak, her ikisine birden başvuru yapamayacaktır.

Evrensel Yargı Yetkisi

Devletlerin egemenliğinden doğan geleneksel yargı yetkisini istisnai biçimde genişleten evrensel yargı yetkisi uluslararası topluma yönelen zalimane suçların cezasız kalmaması için kullanılan etkili bir yöntemdir. Evrensel yargı yetkisi ile devlete, suçun işlendiği yere; failin ve mağdurun tabiiyetine bakılmaksızın suçun konusuna dayanarak yargılama yetkisi tanınmaktadır. İşkence mağduru, işkenceye uğradığı devletin dışındaki başka bir ülkede yaşıyorsa, şikâyet ve delillerini yaşadığı ülkenin yargı makamlarına ilettiğinde işkencecilerin yargılanması mümkündür.  Özellikle Avrupa ülkelerinde, evrensel yargı yetkisinin etkin kullanımı ile ağır insan hakları ihlalleri ve tüm insanlığa yönelen zalimane suçların cezalandırıldığına dair çok sayıda örnek bulunmaktadır.

Usul esasa mukaddemdir.

Son olarak yeniden altı çizilmesi gereken konu, ‘İŞKENCE İDDİASININ İSPATI’dır. Büyük hukukçu Cevdet Paşa’nın deyişiyle “usul esasa mukaddemdir”. Yani “usul, esastan önce gelir”. Davanızda haklı da olsanız, usule ait göz ardı ettiğiniz bir kural nedeniyle davanızı kaybedebilirsiniz. Bu nedenle nereye, ne zaman başvurulacağına karar verilmesi, başvuru dilekçesinin hazırlanması, iddiayı ispata yarayacak delillerin dosyaya konulması önem taşımaktadır. İşkence, uluslararası toplumun elbirliği ile mücadele ettiği suçlar arasında yer almakta, ulusal ve uluslararası alanda faaliyet yürüten çok sayıda STK ve gönüllü kuruluş işkence mağdurlarına hukuki destek vermektedir. Bu kuruluşların bünyesinde uzman hukukçu ve sağlıkçılar da bulundurmaktadır. İşkence suçlarına karşı yapılacak başvuruların karşısında, tüm güç ve imkanıyla devletin bulunduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla işkence mağdurunun, uzun ve mali açıdan kendisine ağır faturalara mal olabilecek bu mücadeleyi tek başına sürdürmek yerine, bu kuruluşlardan hukuki yardım talep etmesi önem taşımaktadır.