Bu özet, İnsan Hakları Savunucuları e.V. (HrD) tarafından hazırlanan ve Türkiye’deki yaygın işkence vakalarını ve insan hakları ihlallerini Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite’ye (CAT) sunmayı amaçlayan “Türkiye’de İşkence” başlıklı rapordan elde edilen bilgileri kapsamaktadır. Rapor, bu eylemlerin insanlığa karşı suç teşkil ettiğini ifade etmektedir.
Please clıck here for Download Pdf Fıle
Giriş ve 15 Temmuz Sonrası Otoriterleşme
Berlin merkezli, 2018 yılında Türk avukatlar, eski bürokratlar ve girişimciler tarafından kurulan bağımsız, kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olan HrD, bu raporu Türkiye’deki toplu tutuklamalar, gözaltı uygulamaları ve özellikle Hizmet (Gülen) Hareketi sempatizanlarına yönelik işkence, zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve zorla kaybetme olaylarını analiz etmek amacıyla derlemiştir. Çeşitli Birleşmiş Milletler Komisyonları, 2016’daki darbe girişimi iddia edilen tarihten bu yana Hizmet Hareketi üyelerini hedef alan sistematik ve organize eylemleri **”insanlığa karşı suç düzeyine ulaşan eylemler”** olarak tanımıştır. Türkiye, taraf olduğu 1987’de yürürlüğe giren “İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme” ile yasal bir çerçeveye uymayı kabul etmiştir.
Türk Hükümeti, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimini, siyasi gücün otoriterleşmesini, Olağanüstü Hal (OHAL) ilanını ve tüm sosyal muhalefet gruplarının ortadan kaldırılmasını meşrulaştırmak için bir gerekçe olarak kullanmıştır. OHAL, toplu gözetim, gözaltı ve tutuklamalara ve neredeyse tüm muhalif vatandaşların “terör örgütü üyesi” suçlamalarıyla ciddi ve organize bir şekilde zulüm görmesine yol açmıştır.
Rapor, darbe girişiminin siyasi güç tarafından Gülen Hareketi’ne atfedilmesinin bir senaryo olduğunu öne sürmektedir. Askeri personel, daha sonra mahkemede verdikleri ifadelerde itiraflarının **aşırı işkence altında alındığını** ortaya koymuş ve birçoğu, kendilerinin hükümet tarafından planlanan bir komplonun piyonları olarak manipüle edildiğini iddia etmiştir. Hükümet, 2017’de OHAL’in ilk yılında 130.000 kamu görevlisini görevden almıştır; bu sayı, eğitim kurumlarından 33.500, polis teşkilatından 31.500 ve silahlı kuvvetlerden yaklaşık 13.000 kişiyi içermektedir. Bu kişilerin hiçbirinin 15 Temmuz 2016 olaylarıyla somut bir bağlantısı bulunamamıştır.
Tutuklamalar ve Cezaevi İstatistikleri
Adalet Bakanlığı İstatistiklerine göre, 2016’dan 2021’e kadar terör örgütü üyeliğiyle ilgili toplam **1.768.530 soruşturma** açılmıştır. 2024 itibarıyla, Türkiye’deki 396 ceza infaz kurumunda toplam 329.151 kişi tutuklu veya hükümlü bulunmakta ve genel doluluk oranı **%117.8**’dir. Türkiye’nin hapsetme oranı (100.000 kişi başına 267), Batı Avrupa ülkelerinin ortalaması olan 73’ün oldukça üzerindedir.
Ayrıca, 15 Temmuz sonrası darbe davalarında yargılanan 8.725 sanıktan 1.634’üne ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiştir. Birleşmiş Milletler, bu tür cezaların işkence karşıtı standartlara ve insancıl muamele ilkelerine aykırı olduğunu sürekli olarak vurgulamıştır.
Sistematik İşkence Uygulaması ve Cezai Muafiyet Kültürü
Rapor, 2016’dan 2024’e kadar Türkiye’de işkencenin yaygın bir devlet geleneği olarak sürmesini, Türk yasal mevzuatında ve Ceza Kanunu’nun 94. Maddesinde işkencenin kesin ve tanımlayıcı bir tanımının bulunmamasına bağlamaktadır. Bu belirsizlik, Türk kolluk kuvvetlerinin, istihbarat teşkilatlarının ve cezaevi yetkililerinin eylemlerini işkence olarak tanımayı reddetmelerine yol açmaktadır.
İşkence ve kötü muamele vakaları, polis karakolları ve cezaevleri içindeki **sistematik ve yaygın** doğalarına rağmen kanıtlanması zor olmaktadır. Kolluk kuvvetleri, işkence vakalarını gizlemek ve ortadan kaldırmak için hem yasal hem de bürokratik alanları kapsayan karmaşık bir çerçeve oluşturmuştur. Mağdurlar, uzun bir süre sonra sağlık merkezlerine götürülmekte ve bu durumda işkence uygulamaları, doktor ve hastanın yalnız kalmasına izin verilmeden, hazır basılı tıbbi raporlarla örtbas edilmektedir. Ahmet Aşık vakasında olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı vermesine rağmen, kötü muameleden sorumlu kamu görevlileri ve istismarı belgeleyemeyen sağlık profesyonelleri hakkında soruşturma başlatılmamıştır. İşkence faillerinin cezalandırılmaması, Türkiye’de işkenceyi körükleyen önemli bir faktör olarak durmaktadır.
Milletvekili ve Baro Raporlarıyla İşkence Delilleri
Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu eski Başkanı **Mustafa Yeneroğlu**, tanık olduğu ciddi insan hakları ihlalleri nedeniyle görevinden istifa etmiş ve savcılıklara sunduğu 60 işkence davasına rağmen hiçbir adım atılmadığını belirtmiştir. Yeneroğlu, Türkiye’nin hukukun üstünlüğünün asgari şartlarının bile karşılanmadığı, işkence ve kötü muamelenin yaygınlaştığı karanlık bir dönemden geçtiğini ifade etmiştir.
Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu tarafından hazırlanan OHAL Sosyal Maliyet Raporu, mağdur ifadelerine dayanan belgelenmiş işkence vakalarını özetlemektedir. Bu ifadeler, gözaltında fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmayı, aile üyelerinin onur ve tecavüzle tehdit edilmesini, çıplak aramaları, elektrik şoklarını, sopayla tecavüzü, ve avukat olmaksızın “ön görüşme” denilen kameraların olmadığı odalarda sorgulanmayı içermektedir. Birçok kişi, işkenceye dayanamayarak zorla uydurma ifadeler imzalamıştır.
Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi’nin 2022 tarihli raporları, Gülen Hareketi üyelerinin gözaltında maruz kaldığı işkence olaylarını detaylandırmaktadır. Avukatların telefonlarına el konulması ve görüşme sırasında polislerin hazır bulunması, işkencenin belgelenmesini engelleme çabası olarak kaydedilmiştir. Raporlarda, müvekkillerin çıplak soyulması, sözlü taciz, soğuk suyla ıslatılma, vücutlarında iz bırakmayacak şekilde dövülme, **süpürge sapı ve zeytinyağı şişesi ile cinsel saldırı tehditleri** ve bir beyaz önlüklü kişinin fiziksel muayene yapmadan şikayetleri sormasıyla sahte sağlık raporları hazırlanması gibi olaylar yer almıştır.
Zorla Kaybetmeler ve Uluslararası Kaçırmalar
Türk Devleti, yurt dışından siyasi muhalifleri kaçırmak için “mafyatik yöntemler” kullanmaya devam etmekte ve bu kaçırılmalar sırasında mağdurlar yoğun işkenceye maruz kalmaktadır. 2016-2018 yılları arasında dokuz kişinin zorla kaybedildiği ve işkence gördüğü belirtilmiştir.
Kırgızistan’da Türk istihbarat teşkilatı tarafından kaçırılan ve 37 gün boyunca kendisinden haber alınamayan **Orhan İnandı**, Türkiye’ye getirildiğinde kolunda üç farklı yerde kırık olduğu tespit edilmiştir. Orhan İnandı, mahkeme ifadesinde maruz kaldığı dehşet verici işkenceleri anlatmıştır: Zorla bir araca bindirilme, iğne yapılması, uçakta diz çöktürülme, 37 gün boyunca tabut benzeri bir yerde tutulma, yüksek ve rahatsız edici müzik dinletilmesi, dua etmenin yasaklanması ve tekme darbeleri. Ayrıca, kendisine **elektroşok verileceği, hadım edileceği ve copun sabunlanarak sokulacağı** gibi cinsel işkence tehditleri yapılmış, yalancı ifadeler vermesi için zorlanmıştır. İstihbarat yetkilileri, kendisine “Biz Devletiz; istersek Eşref Bitlis’i senin öldürdüğünü söyleriz” tehdidiyle, zorla kamuoyu önünde “kendi isteğiyle geldiğini” söylemesi teklif edilmiştir.
Cezai Muafiyetin Yasal Zemini
Türkiye’de işkencenin devam etmesi, polis memurları, askerler, gardiyanlar, yargıçlar ve savcılar gibi kamu görevlilerini koruyan ve hatta teşvik eden yasal düzenlemelerden kaynaklanmaktadır. OHAL döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK’lar), bu kişileri **cezai, idari, mali veya hukuki sorumluluktan muaf** tutmuştur (KHK No. 667 Madde 9, KHK No. 668 Madde 37, KHK No. 690 Madde 52, KHK No. 696). Bu yasal çerçeve, cinayeti, işkenceyi ve linçi yasal olarak onaylamış ve “insanlığa karşı suçların” devlet tarafından korunmasına yol açmıştır.
İnsan Hakları Vakfı (İHİV) Verileri
İşkence mağdurları, cezasızlık sistemi nedeniyle yasal süreçler yerine sivil toplum kuruluşlarına başvurmayı tercih etmektedir. İHİV’in 2022 Tedavi Merkezleri Raporu, o yıl 1.201 kişinin işkence ve kötü muamele nedeniyle yardım istediğini ortaya koymaktadır. Raporda belirtilen yaygın işkence yöntemleri arasında hakaret/saldırı (835 kişi), kaba dayak (692 kişi), ters kelepçe (397 kişi), sözlü cinsel taciz (312 kişi), soğuğa ve sıcağa maruz bırakma (210 kişi), Filistin askısı (29 kişi), elektroşok (45 kişi) ve boğulma (112 kişi) bulunmaktadır.
İşkence iddialarına ilişkin yapılan suç duyurularına karşılık, mağdurlara karşı derhal “görevliye hakaret”, “tutuklamaya direnme” veya “yaralama” gibi karşı davalar açılmaktadır. 2020 yılında, ‘görevli memura direnme’ suçundan 34.972 kişi hakkında soruşturma açılmışken, işkence (TCK 94) suçundan sadece 887 kişi hakkında soruşturma açılmış ve yalnızca 102 kişi hakkında kovuşturma yapılmıştır. Bu büyük fark, sistem içinde sistematik olarak sürdürülen **cezasızlık kültürünün** çarpıcı bir göstergesidir.
Rapor, Türkiye’deki devlet güvenlik kurumlarında, polis karakollarında ve cezaevlerinde işkence ve insanlık dışı muamelenin yaygın olduğunu ve devlet sisteminin işkence yapanları koruduğunu vurgulamaktadır. Bu cezasızlık kültürü, failleri caydırmak yerine daha da cesaretlendirmektedir.