İşkence ve kötü muamele suçları cezasız kalmaz

Av. Fikret Duran

Türkiye’de işkence iddiaları hep gündemde olmuştur. Askeri darbelerden sonra cunta yönetimi uygulamaları ve 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşen işkenceler hala hafızalarda tazeliğini koruyor. O günler geride kaldı derken, Türkiye’nin son 5 yılı işkence iddialarının yeniden zirve yaptığı bir dönem oldu.

İktidar, 15 Temmuz darbe girişimini otoriter bir rejim kurmak için fırsata dönüştürdü. OHAL ilan etti, ardından hak ve özgürlükleri askıya alan KHK’lar çıkarmaya başladı. Daha ileri giderek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini askıya aldığını açıkladı. Bir milyona yakın kişiyi hedef alan terör soruşturmalarında suçun varlığı Anayasa ve Ceza Kanunu’nda yazıldığı gibi delillerle değil, parti teşkilatlarınca yapılan fişlemeler ve isimsiz ihbarlarla belirlenmekteydi.

Hukuktan boşalan yeri, işkence ve kötü muameleler doldurdu. Ülkenin kirli geçmişi, iktidarın bedeninde kendine yeniden yaşam alanı buldu. Olağanüstü Hal 19 Temmuz 2018 Tarihinde son bulsa da OHAL’den kalan yargılama pratiği artık fiili bir hal aldı.

Çok sayıda işkence mağdurunun anlatımlarında Ankara Emniyet Müdürlüğü spor salonu kesişme noktalarından biri. Mağdurların gözaltı tarihleri, yaşları, meslekleri, cinsiyetleri değişse de anlattıkları değişmiyor; Filistin askısı, dayak, tecavüz, tehdit, aç susuz bırakma ve daha bir sürü insanlık dışı suç. Mağdurlar, duvarların insan boyunca kana bulandığını ifade ediyorlar. Ankara’da yoğun işkencenin uygulandığı 4 farklı adres daha bulunuyor.

Özellikle 15 Temmuz sonrasında işkence suçlarının sistematik olarak işlendiği hem Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi hem de BM İşkenceyi Önleme İnsan Hakları Komiserliği’nin raporlarına yansımış durumda. Ulusal düzeyde ve uluslararası alanda faaliyet yürüten insan hakkı örgütleri ve baroların da bu doğrultuda raporları bulunmakta. Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi’nin 5 Ağustos 2020 tarihli son Türkiye raporunda işkence türleri anlatılarak amir konumunda bulunan      devlet görevlilerinin işkenceye onay verdiği, daha vahimi astlarına işkence talimatları verdiği de       anlatılıyor. Bu durum, işkencenin devlet politikası olarak yapıldığını gösteriyor.

Hükumet yetkilileri işkenceyi önlemek ve faillerini cezalandırmak yerine iki yüzlü bir tavır sergi

yor; Bir taraftan “işkenceye sıfır tolerans” söylemini slogan haline getirirken diğer taraftan işkenceyi alttan alta teşvik ediyor. Bu güne kadar kamu görevlilerince işlenen işkence ve kötü muamele suçları hakkında etkili bir soruşturma yürütülmedi.

Hükumet, işkence ve kötü muamele iddialarını içi boş sloganlarla inkâr etse de, özellikle kolluk kuvvetlerince gerçekleştirilen işkence ve kötü muamelenin gerçek boyutlarını Adalet Bakanlığı’nca açıklanan resmî verilerin satır aralarında okumak mümkün. Bakanlık tarafından 2018 yılı içinde “görevli memura mukavemet” iddiasıyla 163.000 soruşturma yürütüldüğü açıklandı. İşkence ve kötü muamele şikayetlerini bastırmak için kolluk tarafından alel acele “memura mukavemet” dosyası hazırlanmasının çokça başvurulan bir yöntem olduğu biliniyor. Durum tersinden okunduğunda, ülkede sadece 2018 yılında 163.000 işkence ve kötü muamele vakasının yaşandığı söylenebilir.

İşkence suçu, yoğun olarak kolluk araçlarında ve gözaltı merkezlerinde gerçekleşiyor. Emniyet müdürlüklerindeki işkenceyi; cezaevleri, mülteci barındırma merkezleri ve kaçırılmalarla bilinmeyen merkezlerde yapılan işkenceler takip ediyor.

İşkencenin yoğun olarak hürriyetten yoksun bırakmanın başından itibaren kişinin hakimlik önüne çıkarıldığı ana kadar yoğunlaşmasının en önemli sebebinin, işkence yoluyla suçu itiraf ettirmek olduğu anlaşılıyor.

İşkence ile;

  • Ayrımcılık, nefret gibi duygularla mağdurun cezalandırması,
  • Bilgi almak için baskı oluşturulması,
  • Korku ve yıldırma ile mağdurdan suç itirafı alınması,
  • 3. kişilere karşı suç oluşturulması hedefleniyor.

Modern ceza hukuk sistemleri, delilden şüpheliye ulaşır. Delil yoksa, suç da yoktur, suç olmadığından suçlama da yapılamaz. İşkenceyle ceza yargılama sistemi ters yüz edilerek Ortaçağ engizisyon yargılamalarında yapıldığı gibi, suçsuz bir kişi suçu itiraf etmeye zorlanır.

İşkencenin tanımı

Mağdurun bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına sebep olan her türlü eylem işkence olarak tanımlanır.  İşkence ve kötü muamele, mağdurun yaşına, sağlık durumuna, sosyal konumuna, cinsiyetine göre farklılık gösterebilir. Yolu bir şekilde polis veya jandarma ile kesişen çok sayıda insanın maruz kaldığı muamele aslında işkence veya kötü muamele yasağı kapsamında olmasına rağmen, kolluk tarafından işlenen bu suçun cezalandırılacağına dair inanç bulunmadığından ya da yeterli bilinç olmadığından şikâyet yapılmaz ve durum sineye çekilir.

AIHM işkence ve kötü muamele suçlarını ayırt etmeksizin her ikisini de ‘Mutlak yasak’ olarak değerlendirir. Uluslararası mahkemenin bu net tutumu takınmasında, devletlerin işkence iddiasına muhatap olmamak için amaçlarını fiziki şiddet yerine psikolojik şiddeti uygulayarak gerçekleştirmesi etkili olmuştur. AIHM tarafından verilen çok sayıda ihlal kararında yalnızca fiziksel darp, cebir veya eziyetle sınırlı kalınmayıp, ruhsal bütünlüğü hedefleyen psikolojik eylemler de işkence kapsamında değerlendirilmiştir. Fiziksel ve psikolojik işkence arasında geçişkenlik bulunmaktadır. Bu yüzden ikisi arasında yapılacak ayrım, yapaydır. Fiziksel işkencenin psikolojik zararları olduğu gibi, psikolojik işkencenin de fiziksel zararları olmaktadır.

Çok sayıda insan hakkı raporu içeriği, mahkeme tutanağı ve mağdur anlatımlarından hareketle Türkiye’de uygulanan işkence ve kötü muamele türlerini şu başlıklarda toplamak mümkün:

Künt travma: Yumruk atma, tekmeleme, tokat atma, kafayı duvara vurma, falaka, kaba dayak, sopa veya copla vurma, silah kabzası veya dipçiği ile vurma, itip kakma, yere düşürme vs.

Pozisyon işkencesi: Filistin askısı, uzun süre hareket kısıtlaması, ayakta bekletme, belli bir pozisyonda durmaya zorlama, belli hareketleri yapmaya zorlama vs.

Nefessiz bırakma: Sulu veya kuru yöntemlerle ağzı kapatma, boğazı sıkarak nefessiz bırakma vs.

Kötü ortamlar: Havasız, nemli, aşırı kalabalık, kirli, sıcak veya soğuk ortamda kalmaya zorlama, parlak ışığa maruz bırakma, karanlıkta bırakma, pencerenin açtırılmaması, gürültüye maruz bırakma vs.

Yeme içme ihtiyacının karşılanmaması: Aç veya susuz bırakma, kötü/bozuk yiyecek verme, elleri kelepçeli yemeye zorlama, yere dökülen suyu içmeye zorlama vs.

Ayakla ezme: Parmak, kol veya bacakları ayakla ezme vs.

Cinsel saldırı: Tecavüz, cinsel taciz, sarkıntılık, cinsel organlara yönelik şiddet uygulama vs.

Kötü tutukluluk koşulları (Cezaevlerinde): Hücre cezası, aşırı kalabalık, sağlık ve hijyen şartlarına uygun olmayan koğuşlarda tutma, yetersiz yemek verme, sağlık ve tedavi hakkının ihlal edilmesi, keyfi disiplin cezaları vs.

İhtiyaçlardan yoksun bırakma: Uykusuz bırakma, uzun süre banyo yaptırmama, tuvalete gitmeye izin vermeme, mağdurların birbiriyle özdeşim kurmasını engelleme, başı örterek veya gözleri bağlayarak ışık ve zaman duygusundan yoksun bırakma, penceresiz odada 24 saat ışığı açarak zaman duygusundan mahrum bırakma vs.

Aşağılamalar: Tükürme, çırılçıplak soyma, bağırma, küfretme, hakaret etme, teşhir etme aşağılama, çıplak arama, her türlü mahremiyet ihlali, tek tip kıyafet giydirme vs.

Soğuk veya sıcak suya maruz bırakma

Tehdit: Mağdur veya yakınlarını ölüm veya tecavüzle tehdit, yalancı infaz (mağdur veya yakınının öldürülmesi tehdidi), daha çok işkence yapmakla tehdit vs.

Köpekle tehdit

Psikolojik tekniklerle yapılan işkence: İyi/polis kötü polis rolü oynama, ihanete zorlama, öğrenilmiş çaresizlik, müphem durumlara veya çelişkili mesajlara maruz bırakma vs.

Değerlere saldırı: Kutsal değerler ve manevi kişiliklere küfür ve hakaretler vs.

Davranışsal baskı: Yakalama ve gözaltında aşırı güç kullanma, emniyete kendisi giden birine ters kelepçe takma vs.

Başkasına yapılan işkenceye tanıklığa zorlama: Başkasını yapılan işkence ve kötü muameleyi izletme/dinletme, başkasına tecavüz edilmesini seyrettirme/dinletme vs.

Tedaviden mahrum bırakma: Tedavinin sağlanmaması, ilaçların verilmemesi, bulaşıcı hastalık veya salgın hastalığa maruz bırakma vs.

İşkence ve kötü muamele mağdurları ne yapmalı?

Hükumet Anayasa’ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı şekilde ‘yargılanmazlık zırhı’ anlamına gelecek düzenlemelerle işkencecilere güvence sağlamak istese de, bunda başarılı olamayacağı çok açık. İşkence iddialarının yoğunluğundan, kolluğun iktidarın teşvik edici tutumundan cesaret alarak “yapanın yanına kar olacağını” düşündükleri anlaşılıyor. Fakat dünya hukuk tarihindeki örnekler bunun tam tersini söylüyor. İşkence ve kötü muamele bütün insanlığı hedef alan suçlardandır. Bundan dolayı uluslararası toplum, işkence ile topyekûn mücadele etmek için uluslararası denetim mekanizmaları oluşturmuş durumda. Kaldı ki, bu suçlarda zamanaşımı olmadığından travmanın etkisi ve korku ortamı sona erdikten sonra da şikâyet etmek mümkün. İç hukuktaki manzara, tamamlanması gereken şekli bir prosedürden ibaret olsa da mağduriyetler uluslararası yargıya taşındığında adalet tesis edilebilecektir. Yeter ki iddialar delillendirilerek işkence ile işkenceciler arasındaki nedensellik bağı doğru bir şekilde kurulabilsin.

İşkence mağdurları Uluslararası yargıda sonuç alabilmek için nelere dikkat etmelidir?

Aşama aşama en başından itibaren yapılması gerekenleri ifade edecek olursak;

  • İşkencenin yapıldığı yer (şehir, mahalle, bina, odaya ait detaylar; kat, odadaki eşyalar vs.)  işkencenin tarihi, saati, yapılan eylemlerin, söz ve tehditlerin detayı, failinin adı ve soyadı, görev ve rütbesi, bunlar bilinmiyorsa teşhise yarayacak tasvir edici detaylar: Failin/faillerin boyu, kilosu, saç şekli, saç rengi, göz rengi, ten rengi, yüzündeki belirgin özellikler, şivesi, dövme olup olmadığı, sarhoşluk emaresi olup olmadığı veya tanımlamaya yarayacak her türlü detay not alınmalı,
  • İşkenceyi ispata yarayacak deliller muhafaza edilmeli: Doktor raporu, kamera kaydı, fotoğraf, elbise, tanık isimleri, araç plakası vs. Aradan uzun süre geçmesi suçun ispat edilmesini zorlaştıracağından ispata yarar her türlü delili muhafaza etmekte fayda olacaktır.
  • Gözaltı işleminin başından itibaren mümkün ise özel avukat marifetiyle, değilse Baro’nun CMK servisinden istenecek avukat ile görüşme talep edilmeli. Avukata, uğranılan işkence ve kötü muamele anlatılmalı, tutanak düzenlenmesi istenmeli.
  • Avukatın Baro, Tabipler Birliği, İnsan Hakkı Dernekleri veya bulunulan şehirdeki başkaca kurum/kuruluşla iletişim kurarak hukuki yardım talep edilmeli.
  • Doktor muayenesinde, uğranılan işkence doktora anlatılmalı ve rapora geçirilmesi talep edilmeli. Doktor bu beyanı görmezden gelirse, özel doktor tarafından muayene olmak için girişimde bulunulmalı. Bu konuda Tabipler Birliği gibi bağımsız çalışan örgütlerden de yardım talep edilebilir. Gözle görülür işkence emaresi bulunmasına rağmen ‘darp cebir izi yoktur’ şeklinde rapor veren doktor hakkında şikayetçi olunmalı, rapora itiraz edilerek iptali sağlanmalı.
  • İşkence iddiası savcılık ifade tutamağında veya sorgu hakimliğinde zapta geçirilmeli. Şayet beyanlar zapta geçirilmez ise, avukatın şerh düşmesi talep edilmeli.
  • Cumhuriyet Savcısı ifadede yer alan iş iddiasına rağmen re’sen soruşturma başlatmaz ise savcılığa hitaben şikâyet dilekçesi yazılarak işkence iddiaları anlatılmalı. Devletler, Uluslararası mahkemelerde sıkça “ifadede avukat hazır bulunmasına rağmen iddianın ifade edilmediği veya şikayetçi olunmadığı, dolayısıyla iddianın gerçeği yansıtmadığı” savunmasını ileri sürmekteler. İddianın resmî makamlara yansıtılması bu nedenle önem taşıyor. Korktuğu için, yaşadığı travma nedeniyle şikayetçi olamamış kişiler bu durumların geçmesinden sonra da suç duyurusunda bulunabilirler. İşkenceye uğrayan ölmüş ise, yakınları da şikayetçi olabilirler.
  • Savcılık takipsizlik kararı verirse karara itiraz edilmeli. İtirazın reddedilmesi durumunda şikayetin AYM önüne taşınması ihmal edilmemeli.  Anayasa Mahkemesinin son yıllarda özellikle “devletin milli güvenlik politikaları” konusunda insan haklarını koruyan kararlar vermediği ve bir kaç göstermelik karar dışında bireye karşı olumsuz bir tutum içerisinde olduğu görülüyor. Bundan dolayı   AYM ile eş zamanlı olarak şikayetlerin AIHM, BM gibi uluslararası mahkemelere de taşınması yerinde olacaktır.
  • Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru hakkında red kararı verirse; daha önce AIHM veya BM’ne başvuru yapılmamışsa süresi kaçırılmadan başvuru yapılmalı, önceden başvuru yapılmış ise, AYM’nin iddialar hakkında red kararı verdiği hakkında bilgi verilmeli.

İşkence mağdurlarının başvurabilecekleri Uluslararası kuruluşlar hangileridir?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

AIHM başvurusundan sonuç alabilmek için iç hukuk yollarını tüketmiş olmak önem taşıyor. Türkiye’de demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları değerlerinin korunması noktasında çok büyük gerilemeler olmasına rağmen AİHM, kendisine Türkiye’den gelecek dava yoğunluğunun önünü kesebilmek için sürekli olarak Anayasa Mahkemesini işaret etmekte, önüne gelen başvurularda iç hukuk yollarının tüketilmiş olması şartını katı bir şekilde aramaktadır. Bundan dolayı suç duyurusundan başlayarak AYM’ ne yapılacak bireysel başvuru dahil olmak üzere iç hukuk yollarının tüketilmiş olması önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra altı çizilmesi gereken bir diğer nokta, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi yargılamalarının uzun yıllar süren ve sabır isteyen bir bir mücadele gerektirdiğinin unutulmamasıdır.

Bir diğer önemli nokta; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, işkence iddialarını somut deliller varsa kabul etmektedir. Yani sadece “işkenceye uğradım” iddiasını yeterli görmemektedir. Zaman geçtikçe işlenen suça ilişkin detayların unutulması ispatı güçleştireceğinden, ispata yarayacak delil ve bulguların da başvuru ile sunulması önem taşımaktadır.

Birleşmiş Milletler Başvurusu

Birleşmiş Milletler bünyesinde bulunan İnsan Hakları Komitesi, İşkenceye Karşı Komite ve İşkence Özel Raportörlüğü’de işkence mağduriyetlerine karşı müracaat edilebilecek kurumlar arasında yer almaktadır.  Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren bu komiteler, iç hukukun tüketilmiş olması şartını, Türkiye örneğindeki gibi fiili imkânsızlık söz konusu olduğunda, katı uygulamak yerine, esnek yorumlamaktadır. Bu konuda çok sayıda örnek bulunmaktadır.

İşkence Özel Raportörünün; mağdurların “bedenî cezalandırma, uluslararası standartlara aykırı kısıtlama, uzun süreli gözaltı, hücre hapsi, ağır gözaltı koşulları, tıbbi muayeneden yararlandırmama ve yeterli tedavi imkânlarının yadsınması, işkence riski altında olduğu ülkeye gönderilme ihtimali , görevliler tarafından aşırı güç kullanımı veya kullanma tehdidi riskleri nedeniyle yapılacak acil başvuru (Urgent Appeal)  durumunda harekete geçerek derhal araştırma yapma, ilgili devletten bilgi isteme yetkisi bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler’e ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılacak başvuru şartları arasında aynı konunun daha önce başka bir uluslararası bir yargı merciine götürülmemiş olması bulunmaktadır. Bu durumda, mağdur aynı konulara ilişkin AIHM ve BM yollarını aynı anda kullanamayacak, her ikisine birden başvuru yapamayacaktır.

Evrensel Yargı Yetkisi

Devletlerin egemenliğinden doğan geleneksel yargı yetkisini istisnai biçimde genişleten evrensel yargı yetkisi uluslararası topluma yönelen zalimane suçların cezasız kalmaması için kullanılan etkili bir yöntemdir. Evrensel yargı yetkisi ile devlete, suçun işlendiği yere; failin ve mağdurun tabiiyetine bakılmaksızın suçun konusuna dayanarak yargılama yetkisi tanınmaktadır. İşkence mağduru, işkenceye uğradığı devletin dışındaki başka bir ülkede yaşıyorsa, şikâyet ve delillerini yaşadığı ülkenin yargı makamlarına ilettiğinde işkencecilerin yargılanması mümkündür.  Özellikle Avrupa ülkelerinde, evrensel yargı yetkisinin etkin kullanımı ile ağır insan hakları ihlalleri ve tüm insanlığa yönelen zalimane suçların cezalandırıldığına dair çok sayıda örnek bulunmaktadır.

Usul esasa mukaddemdir.

Son olarak yeniden altı çizilmesi gereken konu, ‘İŞKENCE İDDİASININ İSPATI’dır. Büyük hukukçu Cevdet Paşa’nın deyişiyle “usul esasa mukaddemdir”. Yani “usul, esastan önce gelir”. Davanızda haklı da olsanız, usule ait göz ardı ettiğiniz bir kural nedeniyle davanızı kaybedebilirsiniz. Bu nedenle nereye, ne zaman başvurulacağına karar verilmesi, başvuru dilekçesinin hazırlanması, iddiayı ispata yarayacak delillerin dosyaya konulması önem taşımaktadır. İşkence, uluslararası toplumun elbirliği ile mücadele ettiği suçlar arasında yer almakta, ulusal ve uluslararası alanda faaliyet yürüten çok sayıda STK ve gönüllü kuruluş işkence mağdurlarına hukuki destek vermektedir. Bu kuruluşların bünyesinde uzman hukukçu ve sağlıkçılar da bulundurmaktadır. İşkence suçlarına karşı yapılacak başvuruların karşısında, tüm güç ve imkanıyla devletin bulunduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla işkence mağdurunun, uzun ve mali açıdan kendisine ağır faturalara mal olabilecek bu mücadeleyi tek başına sürdürmek yerine, bu kuruluşlardan hukuki yardım talep etmesi önem taşımaktadır.

IAHRA Geneva ve HRD Basın Açıklaması

Bugün burada, Cenevre’de, Birleşmiş Milletler Evrensel Periyodik İnceleme Mekanizması (UPR) 3. Döngü kapsamında yapılmakta olan Türkiye değerlendirmesi vesilesiyle bir araya gelmiş bulunmaktayız.

UPR’nin nihai amacı her ülkede insan hakları durumunu geliştirmek ve tüm dünyada insanları etkileyecek önemli sonuçlar almaktır. UPR, insan haklarını yerinde harekete geçirmek, desteklemek, geliştirilmesini ve korunmasını yaygınlaştırmak üzere tasarlanmıştır. Bunu başarabilmek için UPR, devletlerin insan hakları sicilini değerlendirir ve insan hakları ihlallerini ele alır.

UPR Mekanizmasının önemli bir ayırt edici özelliği, Sivil Toplum Kuruluşların da inceleme sürecinde tespit ettikleri insan hakları ihlallerini, yine BM tarafından belirlenen usuller doğrultusunda İnsan Hakları Konseyine sunabilme fırsatıdır. Bu çerçevede, 2006’da hayata geçirilen UPR mekanizma kapsamda Türkiye’nin 2010 yılındaki UPR sürecinde 24 ve 2015 yılında ise 27 STK Paydaş Raporu sunmuştur.

Ne yazık ki her UPR İnceleme döngüsünde insan hakları alanındaki SİCİLİ daha da bozulan TÜRKİYE, 2020 UPR’sinde de bu utanç verici ezberi bozamamış, bilakis T.C. Anayasasında da yer alan Kişi Hakları, Sosyal ve Ekonomik Haklar ile Siyasi Haklar başlığı altındaki her maddede gerilemem kaydetmiştir.

Bu nedenledir ki, İNSAN HAKLARI KARNESİ veya SİCİLİ olarak da adlandırabileceğimiz bu mekanizmada, STK kuruluşlarınca 2020 Türkiye UPR’sine 98 adet STK Raporu sunulmuştur. Bu raporların 60’ı HRD, IAHRA, SCF, OTHERS ve AST gibi STK`lar tarafından hazırlanmış ve tevdi edilmiştir.

Diğer taraftan, Türkiye’deki Erdoğan Hükümetince hazırlanan karsi Rapor, Türkiye’deki gerçekleri yansıtmaktan uzak, AKP ve bu hükümetin diskurundan çıkamayanların fantezileri ile dolu bir rapor olarak BM sistemine dahil olmuştur. Örnek vermek gerekirse, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 157’nci sırada bulunan Türkiye, özellikle yüzlerce gazetecinin cezaevinde olmasıyla uluslararası alanda eleştirilirken, BM`ye sunduğu raporda “Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü alanında uluslararası standartlardan faydalanan aktif ve çoğulcu bir medya topluluğu bulunmaktadır”  gibi hayali ifadelere yer verilmektedir.

Türkiyede “Gülen Hareketi mensuplarına, siyasi muhalifler ile Kürtlere karşı SİSTEMETİK İŞKENCE YAPILMAKTADIR.” Bu durum onlarca uluslararası rapora da yansımıştır. İnsanlık onuru ile bağdaşmayan “İŞKENCE” Türkiyede rutin bir uygulamaya dönüşmüştür. Sadece 2019 yılında 2.634 işkence vakası tespit edilmiştir.

Hayatında hiçbir suça bulaşmamış 11.000 kadın hukuksuz bir şekilde hapishanelerde çürümektedir. 780 bebek kanunlar gereği annesi ile birlikte serbest bırakılması gerekirken, uygun olmayan hapishane şartlarında büyümektedir.

130.000’e yakın Devlet Memuru ve 100.000’i aşkın Emekçi/İşçi KHK mağduru, banka ve sigorta islemleri, emeklilik ve sosyal güvence islemleri de olmak üzere günlük hayatlarıyla ilgili neredeyse hiçbir işlemi gerçekleştirememekte, ve sivil bir ölüme mahkum edilmektedir.

Mevcut hakim ve savcıların yaklaşık üçte birini oluşturan 4000’den Hakim ve Savcı 15 Temmuz öncesi hazırlanan listeler sonucunda meslekten atılmış, tamamına yakını hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştır. Ayrıca, halihazırda 605 Avukat Türkiye’de tutuklu bulunmaktadır. Görevdeki hakimler Erdoğan ve Rejiminin istediklerini yapmazsa meslekten atılma ve hapse gönderilme tehdidi altında çalışmaktadır. AİHM ve BM kararları uygulanmamaktadır. Anayasa Mahkemesi Kararları yerel mahkemelerce uygulanmamaktadır.

Tüm temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan “adil yargılanma hakkı” ortadan kalktığı için Türkiye’de hiçbir temel hakkın güvencesi bulunmamakta ve iç hukuk yolları yok hükmündedir.

Bugün Türkiye’deki baskıcı rejim tarafından üretilen nefret, ayrımcılık ve işkence suçlarına karşı; tek umut, ”hukukun varlığı”dır. Ancak, “Erdoğan Rejimi” son yıllarda daha da artan keyfilikle, kendi hukukunu uygulamaya ısrar etmektedir. “Erdoğan Rejiminin politikaları”, taraf olduğu anlaşmalarla “uluslararası hukuk kurallarına bağlı olan, ”Türkiye Cumhuriyeti”’ni Hukuktan ve Demokratik değerlerden tamamen koparmaktadır.

Bugün burada “Erdoğan Rejimini ve işbirlikçilerini”, insan hakları ihlalleri yapan tüm şahısları, huzurunuzda kınıyor; “üstünün hukukuna” değil “hukukun üstünlüğüne” saygı duymalarını talep ediyoruz.

Yargının tarafsızlığının yeniden tesis edilmesini, hakimler ve savcılar üzerindeki Saray baskısının kaldırılmasını ve insan haklarını koruyan yasalar çıkarılmasını bekliyoruz.

Türk Ceza Kanunu’nun, Terörle Mücadele Kanunu’nun ve ilgili diğer tüm kanunların ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlükleriyle, bilgiye erişim hakkının kısıtlanması için kullanılan tüm maddelerin, bu kanunların uluslararası insan hakları standartları ile uyumlaştırılması amacı gözetilerek, gözden geçirilmesini talep ediyoruz.

Diğer taraftan, basta BM olmak üzere, Avrupa Konseyi ve AİHM gibi Uluslararası Kurumların dikkatini, Türkiye’deki insan hakkı ihlallerine çekiyor ve onları Türkiye’deki uygulanan hukuksuzluklara karşı sessiz kalmamaları yönünde çağrıda bulunuyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane Muamele Raportörlüğü

İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Ceza Birleşmiş Milletler Özel Raportörlüğü’ne yapılacak başvurularda uyulacak kriterlere ve usullere ilişkin infografik aşağıda yer almaktadır. Birleşmiş Milletler Özel Raportörlükleri’ne yapılacak başvurularda bu hususlara dikkat edilmesi önem arz etmektedir.,

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü

2. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 65 Milyon insan ölmüş, milyonlarca insan en temel haklarından mahrum kalmıştı.  Böylesine büyük ve insanlık tarihinin kara bir lekesi olan bu gibi insan kaynaklı felaketleri önlemek üzere kurulan; ”Birleşmiş Milletler”in, 71 yıl önce gerçekleştirilen “Genel Kurulu”nda, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” kabul edilmişti. Ancak, aradan geçen 71 yıla rağmen, ne yazık ki 1948 tarihinde imzalanan bu Sözleşmedeki ilkelere, bazı ülkelerce bugün de riayet edilmediğini görerek, zamanın ruhunu yansıtan ideallerden çok uzakta olunduğuna şahitlik etmekteyiz.

Başta Doğu Türkistan’da, Myanmar’da, Yemen’de, Suriye’de, İran’da, Kazakistan’da, Rusya’da ve Türkiye’de olmak üzere Dünyanın birçok yerinde insanlar en temel haklarından mahrum edilmektedir. Resmi verilere göre, 2018 sonu itibarıyla ülkelerindeki savaşlar, çatışmalar, siyasi baskılar ve buna bağlı olarak zorlu yaşam şartlarından kaçan insan sayısı; dünya genelinde 71 milyona ulaşmıştır.

“İNSAN“ tüm hukuk sistemlerinde sistemin merkezinde bulunur. Evrensel hukuk sistemlerine göre; insanın doğuştan sahip olduğu devredilemez, bölünemez ve çiğnenemez hakları vardır. Ancak, bu hakların Türkiye’de “HİÇBİR HUKUKİ VEYA ETİK DEĞERİ“ kalmamış; Halkın iradesine dahi saygı gösteremeyen ve Kayyım atayan bu aciz, kendi halkından korkan Rejim ve yetkilileri “insan onurunu” ayaklar altına almaktadır.

Bugün burada, “İnsan Hakları Günü”nde; Türkiye’de yaşanan “insan hakları ihlallerine” dikkatlerinizi çekmek istiyoruz.

Türkiye’de; ”İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ve “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” ile güvence altına alınan tüm haklar; ihlal edilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Türkiye’de İnsanların en temel hakkı olan “Yaşam Hakkı” elinden alınmıştır:

Türkiye; ”açık hava işkence merkezi”ne dönüştürülmüştür. Ağustos 2019 itibariyle 2.300’ü gecen işkence vakası tespit edilmiştir. Onlarca insan uğradıkları işkencelerden ölmüş veya sakat kalmıştır. Son üç yılda Hapishanelerde şüpheli 84 ölüm vakası tespit edilmiştir.

Hayatında hiçbir suça karışmamış 11.000 kadın hukuksuz bir şekilde hapishanelere atılmıştır.

780 bebek kanunlar gereği annesi ile birlikte serbest bırakılması gerektiği halde hapistedir.

KHK ile işlerinden atılanların başka yerlerde çalışmasına da engel olunarak bu insanlar ;”sivil ölüme“ terk edilmiştir. 

2- İnsanların “İşkence Görmeme Hakkı” ihlal edilmiştir, halen de ihlal edilmektedir.

İnsanlık onuru ile bağdaşmayan “İŞKENCE” Türkiye’de sürekli ve keyfi bir uygulamaya dönüşmüştür. Türkiye’de “Gülen Hareketi” mensuplarına ve Kürtlere karşı SİSTEMETİK İŞKENCE YAPILMAKTADIR.”

Temmuz 2016 tarihinden bu yana 2300’den fazla işkence vakası bulunmaktadır. Bu durum onlarca uluslararası rapora yansımıştır.

3- İnsanların “Çalışma Hakkı ” gasp edilmiştir.

Çıkarılan KHK’larla, 33,500 Öğretmen; 7,000 Sağlık çalışanı; 31,500 Güvenlik Görevlisi; 6,000 Akademisyen; 39,000 Farklı Kamu kurumlarında çalışan memur; 13,000 Asker olmak üzere yaklaşık 150.000 kişi Kamudan ihraç edilmiştir.

”Kayyım” adı altında  atamalar yapılarak veya el konularak; şirketler, okullar, üniversiteler, dershanelerdeki; 100,000’in üstünde özel sektör çalışanı işten atılmıştır.

4- Türkiye’de keyfi bir uygulama ile “Mülkiyet Hakkı” gasp edilmiştir.

Binlerce insanın alın teri ve emeği ile oluşturulan Vakıflar, Dernekler, kurulan binlerce okul ve dershaneye el konulmuş, mahkeme kararı olmadan mallarının tamamı gasp edilmiştir.

OHAL Döneminde 1207 şirketin malvarlıkları (Toplam sermaye miktarı 10 Milyar ABD Dolarını geçmektedir) kanunsuzca, hukuk kurallarına aykırı olarak gasp edilmiştir.

Doğu ve Güneydoğuda terör iddiasıyla boşaltılan evlere ve arsalara hukuksuzca el konulmuş, İnsanların evlerine dönmesi engellenmiştir.

5- İnsanların “Örgütlenme Hakkı” gasp edildi.

164 Vakıf ve 1595 Dernek KHK’larla kapatılmıştır,

İki büyük işçi konfederasyonu ve 28 Sendika kapatılmıştır.

6- Türkiye’de “İfade Özgürlüğü Hakkı” yok edilmiştir.

T.C. Anayasasının 25. Maddesi başta olmak üzere, “BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme ile de güvence altına alınmış olan ifade, kanaat ve düşünce özgürlüğü; Erdoğan Rejimi tarafından yok edilmektedir.

189 Medya Kuruluşu, 200.000’i geçen Web sitesi yasaklanırken, hâlihazırda 319 Gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Bu sayı Dünyadaki hapishanelerdeki toplam gazetecilerin yarıdan fazlasını teşkil etmektedir.

Özgür düşünce ve özgürlük sıralamasında; 180 ülkeden 157. sıradadır.

7- Türkiye’de bilinçli bir şekilde “Adil Yargılanma Hakkı” ortadan kaldırıldı.

Mevcut hakim ve savcıların yaklaşık üçte birini oluşturan, 4000’ü aşkın Hakim ve Savcı, 15 Temmuz öncesi hazırlanan fişleme listeleri sonucunda meslekten atılmış, tamamına yakını hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştır.

Halihazırda 605 Avukat Türkiye’de tutuklu bulunmaktadır.

Görevdeki hakimler, Erdoğan ve Rejiminin istediklerini yapmazsa meslekten atılma ve hapse gönderilme tehdidi altında çalışmaktadır.

AİHM kararları uygulanmamaktadır. (Örnek: AİHM’nin Selahattin Demirtaş kararı).

Anayasa Mahkemesi Kararları yerel mahkemelerce uygulanmamaktadır. (Örn: Gazeteci Mehmet Altan ile Şahin Alpay hakkında verilen Anayasa mahkemesi kararı)

Keyfi, uzun tutukluluklar yaşanmakta, Hakimler tahliye kararı vermekten korkmaktadırlar.

Tüm temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan “adil yargılanma hakkı” ortadan kalktığı için, halihazırda Türkiye’de, hiçbir temel hakkın güvencesi bulunmamakta ve “iç hukuk yolları“ yok hükmündedir.

Bugün Türkiye’deki baskıcı rejim tarafından üretilen nefret, ayrımcılık ve işkence suçlarına karşı; tek umut, ”hukukun varlığı”dır. Ancak, “Erdoğan Rejimi” son yıllarda daha da artan keyfilikle, İnsanlığa Karşı Suç işlemekte, bazı etnik ve dini inanç topluluklarına karşı ”soykırım“ suçlarını sürdürmektedir.  “Erdoğan Rejimi”, taraf olduğu anlaşmalarla “uluslararası hukuk kurallarına bağlı olan, ”Türkiye Cumhuriyeti”’ni “Hukuktan ve Demokratik değerlerden tamamen koparmıştır.

“Human Rights Defenders” gönüllüleri olarak, bugün burada “10 Aralık İnsan Hakları günü” münasebetiyle, “Erdoğan Rejimini ve işbirlikçilerini”, insan hakları ihlalleri yapan tüm şahısları, huzurunuzda lanetle kınıyor; “üstünün hukukuna” değil “hukukun üstünlüğüne” saygı duymalarını talep ediyoruz. Bunun yanında BM ve Avrupa Konseyi ve AİHM gibi Uluslararası Kurumların dikkatini, Türkiye’de insan hakkı ihlallerine çekiyor ve onları Türkiye’deki uygulanan hukuksuzluklara karşı, suç ortağı olmamaları yönünde çağrıda bulunuyoruz.

Öte yandan, tarihinde benzer acıları yaşamış Avrupa’nın, kendi değerlerini “Erdoğan rejimi ile Mülteci sözleşmesi” adı altında, pazarlık konusu yapması; biz insan hakları savunucularının konuyu kaygı ve esefle takip etmesine vesile olmuştur. AB ve AB’nin önde gelen ülkelerinden olan

Almanya’nın Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerine” dur!” demek için daha etkin bir inisiyatif almasını bekliyoruz.

Bu ihlalleri yapanlar, özellikle ”İŞKENCECİLER”, sizlerin de hukuk önünde yargılanmanız ve işlediğininiz suçların cezasız kalmaması için YILMADAN mücadele edeceğiz. İnsan hakları ihlalleri sona erinceye ve hakları ihlal edilen her masum, hakkını alıncaya kadar, bu mücadelemiz sürecek.

Şair Adnan Yücel’in dediği gibi:

Saraylar saltanatlar çöker

kan susar birgün

zulüm biter.

menekşelerde açılır üstümüzde

leylaklarda güler.

bugünlerden geriye,

bir yarına gidenler kalır

bir de yarınlar için direnenler

Şiirler doğacak kıvamda yine

duygular yeniden yağacak kıvamda.

ve yürek, imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.

ey herşey bitti diyenler

korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.

ne kırlarda direnen çiçekler

ne kentlerde devleşen öfkeler

henüz elveda demediler.

bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

İnsan Hakları İhlallerine Dur De!

Afişin yüksek çözünürlüklü versiyonunu indirmek için resme tıklayınız

.

.

Afişin yüksek çözünürlüklü versiyonunu indirmek için resme tıklayınız